1907 ÜNİFEB

1907 ÜNİFEB 2014 Aydınlık Gelecek Ödülleri Sahiplerini Buldu

1907 ÜNİFEB 2014 AYDINLIK GELECEK BAŞARI ÖDÜLÜ: FENERBAHÇE SPOR KULÜBÜ ATLETİZM ŞUBESİ

Amatör branşlarda seyirci ve kaynak eksikliği Türk sporunda ciddi bir problem olmayı sürdürürken, devlet desteğinin yetersiz olduğu bu dönemde kulüp bazında çalışmalarını sürdüren tüm sporcuları ve kulübümüze bağlı atletizm şubemizi başarılarından dolayı tebrik ediyoruz. Şubemiz gerek ulusal gerek uluslararası müsabakalarda pek çok dalda liderliği sürdürmekte, katıldıkları her turnuvada Fenerbahçe bayrağını gururla dalgalandırmaktadır.

Kulübümüz, amatör branşlarda son yıllarda sporcu yetiştirmede, milli takım kadrolarına katkı sağlamada ve hem bireysel bazda hem de takımlar bazında rakipleriyle arasında açtığı farkı bu yıl da devam ettirdi. Sporcu yetiştirmede aktif rol üstlenerek her geçen gün başarılarına yenisini ekleyen söz konusu şubemiz, Amatör Şubeler Koordinatörü Fikret Çetinkaya ve Atletizm Şubesi Sorumlusu Gürsel Özyurt’un katkılarıyla 2014 yılını da başarı ile kapattı.

Geride bıraktığımız yılda 6 Türkiye, 2 Avrupa Şampiyonluğu ve çeşitli müsabakalarda şampiyonluklar kazanan şubemizi tebrik ederken; Türk sporuna ve Fenerbahçe Spor Kulübü’ne yaptığı katkılardan ötürü teşekkür ediyor, amatör branşların geliştirilmesi ve uluslararası müsabakalara sporcu yetiştirme konularında ulusal bilincin oluşturulması gerekliliğine inancımızı bu vesileyle bir kez daha ortaya koyuyoruz.

1907 ÜNİFEB 2014 AYDINLIK GELECEK YILIN SPORCUSU ÖDÜLÜ: SABAHAT ÖZÇEKİÇÇİ

Spor, bireylerin hayatını disipline eden, özne görevi alarak dönüm noktası olan, eğiten ve geliştiren bir olgu. Günümüzde  spor yapmak kavramının endüstirileşmesiyle birlikte bir yanda sporcuların hayatında değişim ve profesyonelleşme söz konusu. Diğer bir yanda ise spor hala bireylere umut ve kurtuluş yolu olmayı sürdürüyor. Tıpkı Sabahat’in hayatında olduğu gibi. Yaşam koşullarının bireylerin içindeki yarışma tutukusunu ve kazanma azmini etkilemesi  spor tarihine birçok efsane ismi kazandırmıştır. Sabahat’e, hedeflerine kısa zamanda ulaşması için şans diliyor; zeki, çevik, ahlaklı ve nitelikli sporcu kavramının içinin boşaltıldığı günümüzde, gösterdiği kazanma gayreti için teşekkür ediyoruz.

Sabahat Özçekiççi 14 yaşında, Ankara’da Kale Mahallesi’nde yaşıyor. Dört çocuklu bir ailenin en küçük kızı. Üç ablası da çocuk yaşta evlenmiş. Annesi çalışmıyor, babasıysa geçirdiği bir iş kazası sonrası işsiz kalmış. Ailesi okula 4 yıl geç kaydettirdiği için örgün eğitime devam edemeyen Sabahat, iki yıl önce dövüş sporu Muay Thai’ye başladı. Sabahat, bu süreçte Türkiye Şampiyonası’nda üçüncülüğe kadar yükseldi ve branşında en iyi sporculardan biri oldu.

Ankara’da Avrupa Birliği Bakanlığı tarafından desteklenen Erasmus Plus akredite kuruluşu olan Güçkobir ve kuruluşta gönüllü çalışan 2007 Muay Thai Dünya Şampiyonu Hakan Yıldız’ın rehberliğinde müsabakalara hazırlanan Sabahat için, spor iyi bir gelecek ve küçük yaşta evlendirilen 3 ablasından farklı bir yaşam sürme umudu demek.

Her gün evlerine 5 km mesafedeki spor salonuna giderek ve yaşadıkları semtteki güvenlik problemi nedeniyle güç koşullarda antrenman yapan Özçekiççi’nin hedefi; önce milli takıma girmek, ardından dünya şampiyonu olmak. Hedefleri için güç koşullarda çalışan ve zorlu hayat şartlarına rağmen kararlılıkla bireysel ve fiziksel gelişimini sürdüren Sabahat’i 1907 ÜNİFEB olarak tebrik ediyoruz.

1907 ÜNİFEB 2014 AYDINLIK GELECEK ÖZEL ÖDÜLÜ: TÜRKİYE HALTER FEDERASYONU

 Sosyal devlet olma ilkesinin gereklerinden biri toplumdaki her bireyin en azından adil yaşam koşullarında yaşamasını sağlamaktır. Türkiye’de sosyal devlet ilkesinin bir gereği olarak varlığını sürdüren yetiştirme yurtları bünyesinde barınan çocukların ve gençlerin eğitimi ve gelişiminden sorumlu olduğu kadar onların hayata hazırlanmasında da rol alıyor ancak her bireyin hayata hazırlanması için koşullar yeterli değil. Halter Federasyonu, yetiştirme yurdunda kalan bireylerin bedensel eğitimi ve geleceğe hazırlanmasında katkı sağlamak ve yurttan ayrıldıktan sonraki hayatlarına halter sporu aracılığıyla bir kapı açmak için bir proje başlattı.

Halter Federasyonu’nun 2 yıl önce Sincan Yetiştirme Yurdu’nda başlattığı projede şu ana kadar 100 genç sporla tanıştı. Kendilerine ait salonları yok. Koridorlarda başladıkları bu sporda yetenekli olanlar, daha sonra federasyon tarafından Türkiye’nin farklı şehirlerindeki milli takım kamplarına götürülerek çalışmalarını sürdürüyor.

Türkiye’deki yasalara göre bir erkek çocuk, eğer yüksek eğitime devam etmiyorsa, 18 yaşını doldurduktan sonra yetiştirme yurdunda kalamıyor. Halter tam da bu aşamada gençlerin imdadına yetişiyor. Ay yıldızlı formayla elde edilecek bir başarı onlara güvenli bir geleceğin kapılarını açıyor. Halter Federasyonu, projeyi Türkiye’nin diğer şehirlerindeki yetiştirme yurtlarına da götürmeyi amaçlıyor.

Halter Federasyonu’nu toplumsal duyarlılığı yüksek girişimi için kutluyor, uygulamanın eşdeğer kuruluşlara emsal olmasını diliyoruz.

1907 ÜNİFEB 2014 AYDINLIK GELECEK ONUR ÖDÜLÜ: 100. YAŞINI KUTLAYAN TÜRK SİNEMASI

Türk sineması, tarihsel süreci boyunca birçok baskı ve teknik yetersizlik dönemlerinden geçmiştir. Toplumsal hayatımızdaki gelgitler sinemamıza yansımış, ekonomik gelişmişliğimiz teknolojik imkanların yetersizliği olarak sonuç vermiştir. Sinema toplumlar için bir ayna ve içe bakıştır. Hal böyle olunca sokakta gördüğümüz insanlardan, kurduğumuz hayallere kadar pek çok olgu ile beyaz perdede karşılaşırız. Türk sineması, Hababam Sınıfı’ndan tutun Münir Özkul’un sarı lacivert beresine, Salak Milyoner’de kendini Şükrü Saraçoğlu Stadı’nda bulan kardeşlere kadar sayısız filmde Fenerbahçe’yi özne yapmıştır. Belleğimizi yokladığımızda görürüz ki, bir karakter ya Fenerbahçelidir, ya da filmde takım olgusu yoktur.

Fuat Uzkınay’ın “Ayestefanos’ta Rus Abidesi’nin Yıkılışı” adlı belgeseli ile tarihi yolcuğuna başlayan Türk sineması, bu yıl 100. yaşını kutluyor.

Lumieres Kardeşler‘in 1896’da bir trenin gardan hareketini anlatan filmiyle, dünya sihirli perde sinema ile tanıştı. Ardından, Osmanlı Devleti de bu yeni gelişmeyle yakından ilgilendi ve aynı yıl bu topraklardaki ilk sinema gösterimi Yıldız Sarayı’nda gerçekleşti. Takip eden yıllarda da İstanbul, İzmir ve Selanik’te sinema salonları açıldı. 1. Dünya Savaşı’nın başladığı günlerde yedek subaylığını yapan Fuat Uzkınay’ın 14 Kasım 1914’te çektiği “Ayastefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı” belgeseliyle Türk sineması hayat buldu. 1915 yılına gelindiğindeyse Merkez Ordu Evi Sineması kuruldu.

İlk özel yapımevi Kemal Film’in kuruluşuyla Türk sinemasında yeni bir dönem başladı. Muhsin Ertuğrul, yurt dışında edindiği sinema tecrübesiyle uzun yıllar sinemada “tek adam” oldu ve beyaz perdede pek çok ilki hayata geçirdi. “İstanbul’da Bir Facia-i Aşk” filmiyle Türk sinemasına adım atan Ertuğrul; aleyhlerinde çekildiği düşüncesiyle film setinin Bektaşilerce basıldığı “Boğaziçi Esrarı”, ilk kez Türk kadınlarının rol aldığı “Ateşten Gömlek”, ilk ortak yapım (Türk-Mısır-Yunan) “İstanbul Sokaklarında” filmlerinin de aralarında olduğu yapımlara imza attı.

Ertuğrul’un 1934’te ikinci kez perdeye uyarladığı “Leblebici Horhor Ağa”nın Venedik 2. Uluslararası Film Şenliği’nde “onur diploması” almasıyla Türk sineması ilk uluslararası ödülüne kavuştu.

1960’lı Yıllarda Dünya Dördüncüsü

Tarihi filmler, roman uyarlamaları, şehir hikayelerinin de ağırlık kazandığı 50’li yıllarda bir sinema dili oluşturulmaya başlandı. Türk sinemasının yıldızlarının da bir bir yükseldiği bu yıllarda Ayhan Işık, Belgin Doruk, Zeki Müren, Fikret Hakan dikkatleri çekti. Film üretim verimliliğinin en üst noktaya çıktığı 1960’lı yıllarda sinema, ulusal bir kimliğe büründü. Bu dönem; yapım, üretim ve dağıtım gücü bakımından “altın çağ” kabul edilirken, 1963’ten itibaren renkli filmler ağırlık kazandı. 1966 yılında ise Türk sineması 241 film üreterek dünya uzun metraj film üretimi sıralamasında 4’üncü oldu.

Türk Sinemasının İlk “Altın Ayı”sı

Türk sineması uluslararası ilk büyük zaferine, 1964’te Berlin Film Şenliği’nde “Altın Ayı”yı kazanan Metin Erksan’ın “Susuz Yaz” filmiyle ulaştı. Aynı yıl Türk Film Prodüktörleri Cemiyeti ve Antalya Belediyesi’nin ortak girişimleriyle I. Antalya Film Festivali (Altın Portakal) düzenlendi.

Dini, Arabesk, Fantastik, Avantür ve Erotik Filmler Dönemi

Televizyonun evlere girmesiyle sinemadan uzaklaşılan 1970’li yıllarda, bu zamana kadar çekilen melodramlar, komediler, sosyal içerikli dramlarla halkın içine giren; Ortadoğu ve Balkan ülkelerinde de izlenir hale gelen Türk sinemasının, çeşitli furyaların etkisiyle kalitesi düştü ve sektör daralma sürecine girdi.

Türkiye ve dünyadaki olayların etkisiyle 70’ler hem arabesk, hem Almanya’ya işçi göçü dolayısıyla gurbet, hem “Karaoğlan”, “Malkoçoğlu”, “Tarkan”lı, “Çeko”, “Zorro”, “Killing”, “Tom Miks”, “Süperman”li fantastik, avantür hem de erotik filmlerin çekildiği dönem oldu.

Atıf Yılmaz’ın “Selvi Boylum Al Yazmalım”, “Kibar Feyzo”; Lütfi Akad’ın “Gelin”, “Düğün” ve “Diyet” üçlemesi; Metin Erksan’ın “Sensiz Yaşayamam”; Erden Kıral’ın “Kanal”; Ali Özgentürk’ün “Hazal”; Yılmaz Güney’in “Umut”, “Arkadaş” filmleri dönemin dikkat çeken yapımları arasında yer aldı.

Türk sinemasında Ertem Göreç’in “Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler”iyle ilk kez masal uyarlaması filmler görücüye çıkarken, Türker İnanoğlu’nun canlandırdığı “Yumurcak”, Menderes Utku’nun “Afacan” filmleri de sinemada “çocuk kahramanlar” ortaya çıkardı.

Bu dönem ayrıca, Şule Yüksel Şenler’in Huzur Sokağı romanından uyarlanan “Birleşen Yollar”ın beğenilmesiyle din temalı filmler de bir biri ardına beyaz perdeye yansıdı.

Yeşilçam’ın Sonu

Türk sineması, 1980 darbesinin etkisiyle dönüşüm yaşarken; filmlerin, başrol oyuncusu yerine yönetmeniyle anılmaya başlamasıyla “Yeşilçam” dönemi sona erdi. 80’lerin başlarında 70 civarında film üretilirken 1984’ten itibaren yıllık 100 fiilmin üzerine çıkıldı ve sanat filmlerine ağırlık verildi.

Film festivallerinin kendi seyirci kitlesini oluşturmaya başladığı bu dönemde, Türk sineması Cannes Film Festivali’nin büyük ödülü “Altın Palmiye”ye, ilk kez Şerif Gören ve Yılmaz Güney’in “Yol” filmiyle 1982’de sahip oldu.

Sinemada Suskunluk Çağı

Türk sinemasının krize girdiği 1990’lı yıllarda film üretimi sayısı yılda 10’a kadar düştü. Sinemaların kapandığı, televizyon kanallarının çeşitlendiği, VCD-DVD’lerle alternatif izleme alanlarının ortaya çıktığı dönemde Türk sineması kimlik arayışına girdi. Yönetmenlerin daha gerçekçi ve yaşamın içinden küçük öykülerin anlatıldığı yapımlara yöneldiği bu dönemde, televizyon kanallarının desteğiyle de pek çok film üretildi. Yavuz Turgul’un 1996’da çektiği “Eşkiya” filmi 90’ların en önemli yapımı olurken, Türk sinemasının yeniden zirveye çıkması için gereken ivmeyi sağladı. Sinan Çetin’in “Berlin in Berlin”, Ömer Vargı’nın “Her Şey Çok Güzel Olacak”, Mustafa Altıoklar’ın “Ağır Roman”, Derviş Zam’in “Tabutta Rövaşata”, Reha Erdem’in “Kaç Para Kaç”, Tomris Giritlioğlu’nun “Salkım Hanımın Taneleri” dönemin dikkat çeken yapımları arasında yer aldı.

Milenyumun Bereketi

Türk sineması tırmanışa geçtiği 2000’li yıllarda ilk önemli başarısını, Nuri Bilge Ceylan’ın 2003’de Cannes Film Festivali’nde “Jüri Büyük Ödülü”nü kazanmasıyla yakaladı. Özellikle 2005’ten itibaren film üretim sayısı ve kalitesindeki artışın yanı sıra Türk filmi seyircisi de sinemaları doldurdu. Hem seyirci hem hasılat bakımından milyonları gören Türk sineması, özellikle yerli film izleyicisi bakımından dünyada ön sıralara yerleşti.

1907 ÜNİFEB olarak sinemanın perspektifinden kitlelere Fenerbahçe’yi sevdiren tüm oyuncu, yönetmen, senarist ve sinema emekçilerine saygılarımızı sunuyor; sinemamızın dünya standartlarında bir geleceğe sahip olmasını temenni ediyoruz.

1907 ÜNİFEB – Üniversiteli Fenerbahçeliler Birliği

Bizi Takip Edin

Aşağıdaki simgelere tıklayarak sosyal medya hesaplarımıza ulaşabilir, bizi takip edebilirsiniz.