Türk basketbolu ve Fenerbahçe dendiğinde akla gelen ilk isimlerden biri, Aydın Örs ile çok keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Basketbola başlama hikayesinden Fenerbahçeli kimliğine, 100. yıldaki şampiyonluktan Milli Takım’a kadar birçok konuyu konuştuğumuz çok kıymetli hocamıza bize değerli vaktini ayırdığı için teşekkür ederiz.
–1907 ÜNİFEB: Basketbola başlama hikayenizi öğrenebilir miyiz?
–Aydın Örs: Ankara doğumluyum. Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin hemen yanında 2 katlı bir evimiz vardı. O zamanlar Mülkiye diye geçiyordu Mülkiye Salonu’nda oynanıyordu lig maçları. Ufak bir salondu. Orta ikiye gidiyordum, mahallenin ağabeyleri bir takım kurdular Şeker Hilal diye; onların maçlarını izlemeye giderken basketbol aşkı başladı. Önce futbola ilgi duyuyorduk, bazı futbol maçlarını izlemeye gidiyorduk. Ortanca ağabeyim Fenerbahçeliydi; basketbola başlayan abim, onun vasıtasıyla ben de Fenerbahçeli oldum. Fenerbahçe futbol maçlarına gidiyorduk, sonrasında basketbol aşkı başladı. Hiç unutmuyorum; mahalleden arkadaşım Gürol’un meşin bir basketbol topu vardı. Biz o zaman troleybüs denilen vasıtayla 19 Mayıs’ın kırmızı toprak sahaları vardı, oraya giderdik. Bugünün gençleri basketbolcu olmak için bu kadar fedakarlığa katlanabilir mi diye düşünüyorum. Şimdi artık servis arabaları gönderiliyor basket okullarında. Kısaca benim basketbola başlama hikayem böyle. Daha sonra Ankara DSİ Spor’da, o zaman Suspor’du ismi; onun genç takımında başladım. Yıldız Takımı benim başladığım yıllarda yoktu.
Hedefim olduğu zaman bende de şöyle bir huy vardır anormal çalışırım o hedefi yakalamak için. Biz Mülkiye’nin Salonu’nda maçları izlemeye giderken beni de DSİ takımına aldılar. Orada yavaş yavaş alışmaya başladım. Benden ileride olan arkadaşlar vardı. Onları antrenmanlarla geçmeye başladım. Ortanca ağabeyim atlet idi. 19 Mayıs’ın bir tane müstakil tartan atletizm sahası vardı. O meşhur atletlerin yetiştiği yer. Yazları oraya giderdim çünkü çok zayıftım. Orada da kondisyon antrenmanları, sıçramalar, 100 metreler, 50 metreler, dayanıklılık koşuları 400m 800m gibi giderek gelişmeye başladım. Oyunculuğum gelişti. DSİ’nin A takımına çıkardılar. O zaman Fenerbahçe, Galatasaray Cumartesi-Pazar gelirlerdi, rakip değiştirerek oynanırdı maçlar. Ankara’da 6 tane takım vardı. Galatasaray’ı yendiğimiz bir maçta sahanın en iyisi bendim. 20 sayı atmıştım. O zaman üçlük yoktu. Genç milli takımı aday kadroya seçildim fakat esas kadroya giremedim. Ankara’dan gitmenin de zorluğu vardı tabi ki. İstanbul’daki oyuncular daha fazla göz önündeydi. Dolayısıyla ben 2 defa Genç Milli Takım’da oynama şansı elde ettim. Fakat daha sonra A Milli Takım’da oynama şansı da elde ettim. İlk defa 1971 yılında Balkan Şampiyonası’nda rahmetli Hüseyin Alp’in de olduğu takıma girmiştim. 1973’te Avrupa Şampiyonası’nda o döneme kadar en iyi dereceyi aldığımız İspanya’daki turnuvada 8. olmuştuk. O takımın içinde yer aldım. A Milli Takım’da da 35 kez oynama fırsatı elde ettim. Daha fazla oynayabilirdim ama dediğim gibi Ankaralı olmanın belki dezavantajlarını yaşadım. DSİ’de oynadıktan sonra o dönem Ankara’da iddialı bir takım olan Şekerspor’a geçtim. Daha sonra İstanbul’dan bir teklif geldi. Önce Galatasaray’dan geldi. Onlarla olmadı. Zaten benim de pek isteğim yoktu. Fenerbahçe’den çok ciddi bir teklif geldi. Hatta Ali Şen de Hüseyin Alp’in jübilesi için İstanbul’a gittiğimizde beni ikna etmek amacıyla bayağı gayret sarf etti. O zamanlar basketbol şubesinin başındaydı. Fakat ben Ankara’da Şekerspor’daydım. Yaşım 30’a yaklaşıyordu. Gençler yavaş yavaş çıkıyordu, onlarla beraber oynuyorduk. Bizden 2-3 tane transfer olan arkadaş vardı; o yüzden takımımı terk etmek istemedim. Daha sonra yine Fenerbahçe’den bir teklif gelmişti. Mehmet Baturalp antrenördü. O zaman da çeşitli nedenler ile bir türlü İstanbul’a gidemedim. Benim de Fenerbahçeli olduğumu bildikleri için çok ısrarlı istiyorlardı. Ama dediğim gibi olmadı hem ailevi hem başka nedenlerle.
–1907 ÜNİFEB: Koçluğa geçişiniz nasıl oldu?
–Aydın Örs: 22 yaşında çok da iddialı bir basketbolcuyken, Doğan Hakyemez’in babası bizim şube kaptanıydı, bir gün dedi ki: “Sana Yıldız Takımı’nı verdim.” Artık o takımı benim çalıştıracağımı söyledi. Henüz oyuncuyum “nasıl çalıştırayım?” diye düşünürken “yok yok yaparsın” diye ikna etti. Önce tereddüt ettim sonra biraz da onun zoruyla başladım. Bizim ev Cebeci’de Siyasal Bilimler Fakültesi’nin oradaydı, Yıldız Takım’ın antrenman yaptığı yer Aydınlıkevler’de. İki dolmuşla Ulus’a geliyorum, Ulus’tan tekrar dolmuşa biniyorum Aydınlıkevler’e salona geliyorum. Camları kırık bir salon orası da, kışın da zaten hava acayip soğuk. Orada işte bir buçuk saat Yıldız Takım’ı çalıştırıyorum, bana nasıl zevkli gelmeye başladı, anormal derecede yani… Ben o çocuklara birtakım yön değiştirme, adam geçme hareketleri gösterirken kafamda şimşekler çakıyor. Diyorum ki kendi kendime “Ben niye bunu kendim uygulamıyorum?”. Benim kendime özgü bir hareketim vardı, o zamanlar zaten çok da popüler olmuştu. Topu bir tarafa vururken vücut aksi yöne gidiyordu. Rakip de vücudunu kontrol ettiği için vurup geçip gidiyordun. Bunları ben hep onlara öğretirken keşfettim kendi kendime. Çok zevkli gelmeye başladı. Daha sonra Yıldız Takımı’nı çalıştırdım. Sonra DSİ Genç Takımı’nı çalıştırdım. Daha sonra Şekerspor’a geçtim. Orada da çalıştırmaya başladım. Artık ben kendim istiyordum genç takım olsun da çalıştırayım diye. Dolayısıyla ben basketbolu bıraktığım zaman hiç A takım çalıştırmadığım halde, gerçi bir dönem Şekerspor’da oyuncu antrenörlük yaptım ama o hiç sevmediğim bir şey benim, onu saymıyorum, bayağı tecrübeli bir antrenörlük donanımına sahip oldum. Ankaralı ağabeylerimiz vardı, Basketbol Adamları Derneği’nin çıkardığı bültenler vardı onları okuyorduk, bazı antrenörler geliyordu seminer vermeye onları takip ediyorduk. Ben bu şekilde devam ederken Ankara’da son senemde Efes’ten bir teklif aldım. Doğan Efes’in kaptanı, Pano Natof da şube kaptanı. Pano Natof da eski oyuncu benim karşılıklı oynadığım, ama sevgi saygı çerçevesinde görüştüğüm bir insan Efes’in de her şeyi yani Tuncay Özilhan’dan sonra. Beni altyapının başına istiyorlardı İstanbul’a. Benim de yeni çocuğum olmuş 2 yaşında henüz, 83 senesi, imkansız geliyordu İstanbul’a gitmek. O arada da Şekerspor’da, çok idealistiz ya, ben gençleri çok iyi bir takım yapacağım, çıkacağız, oynayacağız, ses getireceğiz vs. diye düşünüyorum. Hikaye tabi, şimdi bakınca o zaman akıntıya kürek sallıyorum. Ama bizim o Şeker’deki idarecilerin hiç umurunda bile değildi. Bu benim İstanbul’a transfer olmamı kolaylaştırdı. Bir gün kafam çok bozuldu, eşimle de konuştuk, “tamam geliyorum” dedim. Böyle başladı. Aynı zamanda Genç Milli Takım yardımcı antrenörlüğü de başladı. Çok kısa bir dönem, Mahmut Uslu’ydu Genç Milli Takım antrenörü o zamanlar. O da benim Ankara’dan çok eski bir arkadaşım, sonra Seyfi Kuştimur geldi, Ankaralı ağabeyimiz. Sonra da 84 yılından sonra headcoach olarak Genç Milli Takım’da devam ettim.
–1907 ÜNİFEB: Oyunculuktan sonra hiç beklemeden koçluğa geçiş yaptınız yani…
–Aydın Örs: Evet çok kolay bir şekilde koçluğa geçmiş oldum. Bu genç takımlarla bir 2.liğim bir de 3.lüğüm var Türkiye Şampiyonaları’nda, bunun bana çok yararı oldu.
–1907 ÜNİFEB: Fenerbahçeli kimliğinizden, nasıl Fenerbahçeli olduğunuzdan bahsettiniz; peki Fenerbahçe’den teklif aldığınızda neler hissettiniz, oyunculuk döneminde gerçekleşmeyen buluşma antrenörlük kariyerinizde gerçekleşti…
– Aydın Örs: Koraç Kupası’nı kazandıktan sonra İstanbul’da bir otelde kokteyl oldu. Oraya Ali Şen de davetliydi. Sohbet ederken yanındaki insanlara “Aydın’ı çok severim, oyuncuyken alamadık ama antrenör olarak bir gün gelir inşallah” tarzı sözler söylemiş. Tabi sonra Ali Şen dönemine olmadı ama Fenerbahçe’ye gelmek kısmet oldu. Yalnız şu da var; ben Efes’te çalışırken hiçbir zaman Fenerbahçeliliğimi deklare etmedim. İnsanlar bir şekilde öğrenmişler Fenerbahçeli olduğumu. Bir de o dönemler benimle çok sık röportaj yapılıyordu. Ama bana “Fenerbahçeli misin, hangi takımlısın?” gibi bir soru hiç sorulmamıştı. Ama işte futbol maçlarına arada bir gidiyorduk, insanlar herhalde oradan görüyordu. Benim Fenerbahçeliliğimi İsmet Badem de çok gündeme getirdi. Efes’ten sonra Milli takımdayken, “ Bir gün Fenerbahçe’ye antrenör olacak, zaten Fenerbahçeli” gibi yorumları vardı. İşte bu şekilde Fenerbahçeliliğimiz de. Teklif aldığım döneme elecek olursak da; oyuncuyken teklif aldığımda çok heyecanlanmıştım. Antrenör olarak teklif şöyle geldi; 2003’teki Avrupa Şampiyonası’ndan sonra, Turgay Demirel ayrılmamı istememesine rağmen, misyonum tamamlandı diye istifamı verdim Federasyon’a. Ekimde istifa etmiştim. 2004 Mayıs’tı, bir gün Mahmut Uslu aradı beni. “Fenerli olduğunu herkes biliyor, sen çalışmak istemez misin?” dedi. “Şartlar oluşursa konuşalım” dedim ben de. “Hedeflerime uygun şartlar olursa çalışmak isterim” dedim. Murat Özgül de istifa etmişti, o dönemin antrenörü. Hiç unutmuyorum, Denizli’yi 4-0 yenip şampiyon olmuştuk, Hooijdonk’un olduğu sene, onun ertesi günü kulüpte toplantı yaptık. Başkan, Murat Özaydınlı, Mahmut Uslu vardı. Başkan şartlarımı sordu. “Kontrat vs. benim için önemli değil, benden memnun olmadığınız zaman ceketi alır giderim” dedim. Sadece bir iki mesele vardı, biri ödemelerle alakalıydı, o zamanlar duymuştum çünkü ödemeler gecikiyor diye. Sponsor da yok o dönem. Hatta o sene Bursa’daki bir maçla kümeden düşme potasından sıyrılmış takım o vaziyetteydi. Bir defa ödemelerin gecikmemesi lazım. 3 ay, 5 ay gecikmesi oyuncu için sıkıntı yaratır sonuçta. O dönem rahmetli Celal Aras’ın, Aras Kargo’nun, sponsorluğu olacaktı. Sponsorluk dediğim de sekiz yüz bin dolar yani. Çok gülünç bir miktar şimdikilerle kıyasladığınız zaman. “Tamam onu hallederiz” dedi. Ödemelerin aksamaması lazım çünkü oyuncu bana geldiği zaman ben muhatap olmamalıyım. Çünkü sabah akşam çalışacağız sonuç olarak. İkincisi; “Benim işime hiç kimsenin karışmamasını istiyorum” dedim. O da espri yaptı gülerek. “Mahmut’tan başka senin işine kimse karışmaz, kendini antrenör zannediyor” diye espri yaptı. Bu şekilde Fenerbahçe’de başladım 2004 yılında. Aşağı yukarı 1.250.000 dolarlık bir bütçeyle başladık.
–1907 ÜNİFEB: Biraz bir atılım yapmıştık galiba o dönemde, Ömer Kaptan gelmişti?
–Aydın Örs: Efes’te hiç oynamıyordu Ömer. Ömer de Efes’ten yetişme, bana da çok sevgisi saygısı vardı. Tabi bizim kulübün o günkü şartlarıyla en iyi ödemeyi ona yapmıştık diye hatırlıyorum. Bir de Damir Mrsic’i aldık. O da Rusya’dan gelmişti. Geldiği zaman 34 yaşındaydı. Fenerbahçe’de de bazı oyuncular kaldı. Ömer Aşık’ı genç takımdan A takıma aldık. İki Amerikalı oyuncumuz vardı. Erdal Bibo vardı, Rasim Başak bir de Barış Güney vardı, Emre Ekim vardı. Bu takımla o sene FIBA Final-Four’a kaldık. Tabi takımın kapasitesi çok sınırlıydı. Final-Four İstanbul’da olmasına rağmen istediğimizi yapamadık. Kapasitesi çok sınırlıydı takımın. Ligde de ilk dörde girdik. Efes’le eşleştik. Efes’i eliyorduk az daha fakat Marc Salyers yedide sıfır şut attı. Belki biraz atabilseydi… O sene bu şekilde geçti.
–1907 ÜNİFEB: Bizim çocukluğumuzda basketbolla yeni yeni aşina olmaya başladığımız zamana denk geliyordu, zevkle ve heyecanla takip etmiştik o dönemi. Hatta normal sezonda yendiğimiz takıma yenilmiştik Final-Four’da…
–Aydın Örs: Kiev takımını deplasmanda 30 sayıyla yendik, o meşhur alan savunmasıyla. İstanbul’da da 5-10 sayıyla yendik. Aslında çok iyi bir takım; fakat Final-Four’da seyirci de gelince o baskı vs. biraz orada tutuk oynadık. Bir de onlar rotasyonu kuvvetli bir takımdı. St. Petersburg David Blatt’ın takımı, onlar şampiyon oldu zaten. O da çok iyi takımdı.
–1907 ÜNİFEB: Sonrasında 16 yıl aradan sonra gelen yüzüncü yıl şampiyonluğu var…
Aydın Örs: O sezonun başında Başkan söylüyordu Ülker’le birleşme durumu olabilir diye. Ondan sonra aniden olaylar gelişti. Ülker kendini feshetti. Ülker birleşmesi için bizi görevlendirdiler. Murat Ülker’le hatta Mahmut Uslu da geldi, toplantı yaptık. O dönem ben çok zor günler yaşadım. Uyku tutmuyordu. Takım birleşiyor o fazla sorun değil, sen seçeceksin sonuçta. Fakat personel de birleşecek, gerçi Murat Ülker beni rahatlatmak için “Sen istediğini al, biz burada da spor okulları vs. başka bir organizasyon yapacağız” gibi şeyler söyledi. Sonuçta iyi bir takım oluşturduk ama çok kozmopolit bir takımdı. Yani takım olamamıştık daha sezon başında. İşte sakatlıklar da oldu. Ülker’den Mirsad geldi, İbo geldi, Oğuz Savaş geldi. Bizde Semih vardı zaten. Ömer geri döndü. Ira Clark geldi. Solomon’u biz transfer ettik. Öyle bir takım oluştu. Sezona ligde fena başlamadık ama ben Euroleague’e çok önem veriyordum. Hem takım olamamak, hem de sezon başında Mirsad ve Solomun’un uzun süren sakatlıkları, bizi etkiledi. Biz kendi sahamızda bayağı kritik maçlar kaybettik. Daha sonra toparlandık yavaş yavaş. Özellikle savunma üzerine çok sıkı çalışıyorduk. Onun semeresini almaya başladık. Barcelona’yı yendik İstanbul’da. Zalgris’i deplasmanda yendik. David Blatt o zaman Benetton’u çalıştırıyordu, onu yendik ama yetmedi sonunda. Çünkü kendi sahamızda Aris’e vs. kaybettiğimiz için. Euroleague’den elendikten sonra lige ağırlık vermeye başladık. Takım konsepti özellikle savunmada oturmaya başladı. Benim hep sloganımdır, Milli Takım’da da Fenerbahçe’de hep bu sloganı kullanırdım: “Takım olma kriteri hücümda paylaşma, savunmada yardımlaşmadır”. Bunu öyle bir duruma getirdik ki hakikaten bütün ligde iki mağlubiyet aldık. Bir tanesi Telekom’a; son saniyede Dudley hayatında ilk defa üçlük salladı o girdi, öyle kaybettik. Bir de Efes’e kaybettik. Mirsad’ın atıldığı maç. Birinci bitirdik ligi, ondan sonra zaten takım öyle bir hale geldi ki… Ankara’da bir Telekom maçı oynadık, o maçı hiç unutamıyorum. Bizim sıralamayı etkiliyordu o maç. İkinci devre maçıydı, ilk devre yenmişlerdi bizi. Geliyorlar duvara çarpmış gibi oluyorlar, geliyorlar duvara çarpmış gibi oluyorlar. Orayı geçiyor kapalı, burayı geçiyor kapalı. Müthiş savunma yapmaya başlamıştık. Sonra play-off başladı. Play-off’ta da ilk turda Daçka’dan bir yenilgi aldık. Nasıl olsa yeneriz havalarındaydı takım biraz. Yendiler bizi Abdi İpekçide, sonra Ayhan Şahenk’teki maçı aldık turu geçtik. Sonra Galatasaray’ı 3-0 geçtik. Ondan sonra geldi Efes serisi… Benim söylediğim o tam takım konsepti orada oturdu. İbrahim sakattı çok fazla oynamıyordu yine verimli oldu ama Solomon, Eddie Basden ve Ömer’in oyunları çok farklıydı. Bir de ondan iki ay önce doping çıkmıştı Kambala’da. Biz de yardımcılarla, Ertuğrul’la vs. oturduk konuştuk “yabancı alalım mı almayalım mı” diye. En sonunda Semih ve Oğuz’la devam etme kararı verdik. O zaman da biri 20 yaşında biri 21 yaşında. Onlarla oturduk konuştuk, “Var mısınız?” dedik. “Varız” deyince bu çocuklara ölesiye antreman yaptırdık. Antreman bitiyor, onlar için yeniden başlıyor antreman. Sıçramalar, rebound çalışmaları vs. derken hakikaten Efes serisinde ilk maç 30 sayıyla bitti zaten. Ondan sonra biri 18’le bitti, biri 20’yle bitti. 4-0’la geçtik. Efes takımı da boru gibi takım. Ama o kadar iyi yardımlaştık ki potayı göremediler. Bir de hücümda çok iyi organize olduk. Solomon çok iyiydi, Damir öldürdü zaten. Yani 2007’deki şampiyonluk hakikaten çok özeldi, seyirci de müthiş etkilendi, müthiş destek vardı. Ve o milat oldu. Fenerbahçe’nin zaten basketbol takımı vardı zaten yıllardan beri ama tekrar iddialı hale geldi. Ülker’in de sponsorluğu çok önemliydi. Muazzam bir hedef var olmaya başladı ve devam etti.
-1907 ÜNİFEB: Müthiş bir şampiyonluk sonrası görevinizden ayrılmak durumunda kaldınız. Fenerbahçe taraftarı için yeriniz çok ayrıdır, o dönem herkes çok üzülmüştü bu ayrılığa. Bu süreçte neler yaşandı anlatabilir misiniz?
–Aydın Örs: Bazı şeyler benim kulağıma geliyordu. Bazı menajerler uyarıyordu beni. “Koç, senin yerine Tanjevic’in gelme durumu var” diye. İyi diyordum ben de. Şimdi ne diyebilirim ki? Şampiyon olduktan sonra kimseyle muhatap olmadım. Zaten başkanla bir tek şampiyonluk kutlamasında beraber olduk. Başkanla hiç bir sorunum olmadı olmaz da. Ondan sonra bir gün Mahmut Uslu ile Başkan’ın yanına gittik. Bana CEO’luk teklif etti Başkan. “Senden çok memnunuz, teşekkür ederim” dedi. “Bizi yüzüncü yılda şampiyon yaptın, gel CEO ol” dedi. Tanjevic ile anlaşıldığını ben biliyordum tabi. Ayıp olmasın diye “ben bir düşüneyim Başkan, benim planlarım vardı” dedim. Hakikaten öyleydi, Avrupa’daki başarı Efes’teki beni ben yapan şeydi… Euroleague’de söylediğim nedenlerden dolayı başarılı olamadık ama şampiyon olduktan sonra bir takım takviyelerle çok iddialı bir takım kurmak istediğimi anlattım. “Hoca gel yine yaparsın bak istediğin bütçeyi sana verelim sen yönet bütçeyi” tarzı konuştu. Bazı insanlar için cazip bir teklifti aslında. Sonra ben eve gittim, düşündüm zaten kararımı vermiştim ama sonra eşimle de konuştum. Başkandan randevu istedim. Başkan hastaydı, bir kaç gün bekledim. Sonra istifayı verdim Anadolu Ajansı’na. Başkan da üzüldü tabi. Üzüldüğünü şuradan biliyorum, takriben altı ay sonra benimle bir yemek yemek istedi. Ben de kabul ettim çünkü Başkanı ben insan olarak hakikaten severim. İnsani şeyleri çok farklıdır yani. Bana da her zaman sevgisini, değer verdiğini biliyorum. Ondan sonra orada Başkan, Tanjevic başlayalı altı ay olmuştu Başkan aynı teklifi yine yaptı. Orada tabi ben biraz sitemkâr konuştum. “Benim böyle böyle hedeflerim vardı Başkan” dedim. O da “beni de Aydın Hoca’yı biz ikna ederiz CEO’luğa diye ikna etmişlerdi” dedi. “Artık gel” dedi. Yarı sezonda bazı insanların başarısızlığını basamak yapıp da sanki kulis yapmış gibi hareket etmek de benim tarzım değil. Ben yine kabul etmedim. Bizim dostluğumuz ondan sonra da devam etti. Olay budur.
–1907 ÜNİFEB: Daha sonra genel koordinatör olarak geri döndünüz…
–Aydın Örs: Bir ara ben Fenerbahçe’den ayrıldıktan sonra, Ergin Hoca Efes’te çalıştığı dönemde Tuncay Bey’le beraber beni davet ettiler Efes’te bu görevi yapmam için. Orada yetkilerimin çok fazla olmayacağını gördüm. Gerçi benim çok eski kulübüm 17 sene çalıştım, ama teklifi kabul etmedim. Ondan sonra Doğan Hakyemez Trabzon’daydı, Trabzonspor’u 1. Lige çıkarmışlardı; bana gel başımızda dur diyordu. Bu sırada 2010 yılı Mayıs ayıydı yine başkan aradı, “hoca gel bir konuşalım” dedi. “Gel takımın başına geç” dedi, “ama siz antrenörle anlaşmışsınız ben ne yapacağım” dedim, Spahija ile anlaşmışlardı. “Hoca senin gelip gelmeyeceğin belli değildi ki” dedi, haklı tabi o da. “Biz anlaştık, sen gel, eğer beğenmezsen göndeririz” dedi, böyle şeyleri de vardı başkanın. Bu şekilde başladık. Bu tabi ayrı bir görev, ipler tamamen elimde değil ama güzel gidiyordu. İlk sene şampiyon olduk zaten, Türkiye Kupası’nı da kazandık. Avrupa’da da kıl payı kaçırdık, ikinci turda 3’te 3 yaptıktan sonra Zalgiris maçı bizim kader maçımızdı. Türkiye Kupası’nı kazandık Kayseri’de, hiç unutmuyorum Pazar günü, Mirsad’ın çapraz bağları koptu maçta. Düşünün maç Çarşamba, gittik bu yorgunlukla üstüne Ukic 40 derece ateşlendi. O da oynayamadı. Buna rağmen uzatmaya gitti, orada da hakemin de etkisiyle yenildik. Yunan’dı hakem Zalgiris’in koçu da Yunan’dı. O maçı kaybettik sonra kendi sahamızda Olympiakos’a yenildik. Atina’da yenmiştik onları. Son maçta da Valencia’ya deplasmanda yenildik. Yani o sene aslında başarılı bir seneydi çok iyi geçti. Ben kafamdaki şeyleri başkanla konuşuyordum, yapıyorduk; bazı oyuncuların kontratlarını uzatıyorduk, plan program gayet iyi gidiyordu. Derken 3 Temmuz süreci başladı. Başkan cezaevine girdi. O dönem kulüpte büyük bir panik yaşandı tabi ne olacak ne bitecek belli değildi maddi bakımdan da. Allah’tan Ülker’in de desteğiyle erkek takım için büyük sorun yoktu ama tabi belirsizlikler vardı. Hoş olmayan bir ortam vardı. Onun dışında başkanın yokluğunda ortamı boş bulup kendini ön plana çıkarmak isteyenlerin inisiyatif almak istemeleri vs. bir sürü olaylar yaşandı. Fazla detaya girmek istemiyorum. 2012 sezonu bitmişti, birtakım olayların benim dışımda geliştiğini gördüm. İnisiyatif kullanamadığımı hissettim. O zaman benim burada ne işim var diye düşündüm. Ve istifayı verdim 2012’de 2 yıl çalıştıktan sonra. Bu şekilde tamamladık bu süreci de.
–1907 ÜNİFEB: Sonrasında bu sezona Obradovic gibi kariyerli bir isimle başladık. Sezonu nasıl değerlendiriyorsunuz; sizce başarılı mıydı takım ilk seneye göre yoksa Avrupa’da daha ilerlemeli miydi?
–Aydın Örs: İşin gerçeği Obradovic’i anlatmaya gerek yok zaten kariyeri ortada. 8 tane Avrupa şampiyonluğu var. 1-2 tane olsa şans veya tesadüf diyebilirsiniz ama ortada 8 tane şampiyonluk var. Kendisini ispatlamış, çok kaliteli çok kariyerli bir antrenör. Fenerbahçe’nin onu getirmesi çok büyük olay bence. Hem uluslararası camiaya hem de Fenerbahçe camiasına verilen bir mesaj; “Biz Obradovic’i getirdik, hedefimiz büyük” diyor kulüp, o bakımdan kutlamak lazım. Geçen sezonun değerlendirmesine gelince, benim o kozmopolit takım dediğim dönemde yaşadığım şeyi yaşadı Obradovic de. Belki bazı oyuncuları kendi aldı ama bazı oyuncuları da kucağında buldu sonuçta. Kendi kimyasını oluşturacağı bir takım olmadı geçen sezon. O yüzden onu böyle yargılamak insafsızlık olur. Zaten lig şampiyonluğunu aldı, o kadronun alması da gerekiyordu. İyi takımlar da vardı tabi Galatasaray, Banvit, Efes gibi ama Fenerbahçe bir oyun disiplini içinde çıkıyor sahaya ne olursa olsun, bütün noksanlarına rağmen. Asıl önümüzdeki sezon Obradovic’in başarılı sezonu olacağına inanıyorum ben. Ama bu Final-Four olur mu olmaz mı bilemeyiz, kolay değil tabi. O kadar çok takım var ki Final-Four oynayan. Bütçeyi küçülttüler dediğimiz Panathinaikos, Olympiakos yine oralarda, Maccabi keza öyle, Barcelona Real Madrid… CSKA yine yatırım yapıyormuş mesela, geleneği olan takımlar bunlar. Ama eğer planladıkları, takımın kimyasına uygun oyuncuları alabilirlerse şans veriyorum ben önümüzdeki sezon için.
–1907 ÜNİFEB: Peki kulüpteki genel basketbol yapılanması hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce kalıcı, düzenli işleyen, profesyonel bir sistem var mı; yoksa daha günlük düşünen bir zihniyet mi var?
–Aydın Örs: Obradovic’i getiren bir zihniyetin günlük düşünmemesi gerekir açıkçası. Hatta ben hep şunu söylüyorum kendi aramızda Fenerbahçe’deki arkadaşlarla konuşurken, önümüzdeki sezon son senesi galiba Obradovic’in, ben olsam 5 yıllık kontrat yaparım. Çünkü o zaman uzun vadeli istikrardan bahsedilebilecek bir yapı oluşturulabilir. Yoksa “Final-Four’a kaldın kalamadın, şampiyon oldun olamadın” değil ki olay sadece. Mesela altyapıdan gelen oyunculara şans vermeye başladı. Onlardan yavaş yavaş verim almaya başladı. Mesela Gherardini’nin gelmesi de bence olumlu bir adım. İnsanlar yabancı bir CEO’nun gelmesini yadırgıyorlar ama bu sıradan bir isim değil. Benetton Treviso’yu Avrupa’nın sayılı basketbol kulüplerinden biri yapan bir isim. Benim için çok önemli olmasa da Avrupa’dan NBA’e giden ilk yönetici, kariyeri için önemli sonuçta. Bence Benetton’da yaptıklarıyla, organizasyon yeteneğiyle, altyapısıyla, üstyapısıyla, rekabet etmesiyle çok önemli bir isim. Ama bunun tabi günlük başarı veya başarısızlıklarla değerlendirilmemesi gerekir, uzun vadeli bir perspektifle bunun ortaya konması gerekir. Yoksa bu sene de olmadı vs. diye değerlendirilirse olmaz. Çünkü diyelim Obradovic’i de gönderdin, sonra ne olacak? Bunun sonu yok ki. Ondan sonra getireceğin insanları sen zaten baştan kimseye beğendiremezsin. Efes mesela, son yıllarda baktığınız zaman her sene antrenör değiştiriyor, her sene oyuncularını değiştiriyor. Bu yüzden de hiçbir şey olmuyor. Belki ilk defa şimdi bir istikrar şansı olabilir orada diye düşünüyorum.
–1907 ÜNİFEB: Bu sene gözlenen bir gelişim vardı genç oyuncular için, Kenan var, Berk var, Metecan var… 79 jenerasyonu kadar olmasa da kulüp özelinde iyi bir jenerasyon yakalanabilir belki…
–Aydın Örs: Zaten her sene 3-5 oyuncu çıkmaz A takıma. Çıkan değerli oyunculara tecrübe kazandırmak gerekir. Kenan zaten kendini kabul ettirmiş sayılır, o sakatlığı şanssızlık oldu. Ama Berk de “Ben de buradayım” dedi. Geçenlerde Cenk Renda’nın düğünü vardı, Berk’in babası da Ankara Şekerspor’da bir ara oyuncum olmuştu. Bana geldi ne yapalım ne edelim diye danıştı. Berk’in bir defa şutunu geliştirmesi lazım, güçlenmesi lazım. Birtakım özelliklerini geliştirmesi lazım ama yapabilir, aklı başında bir çocuk. Gençlerin oynaması önemli. 2004te Ömer’i (Aşık) bulmuşlardı sokakta onu aldık çalıştırdık A takıma çıkardık. Işık’a kiraya verdik sonra Alpella’da oynadı sonra Fenerbahçe A takımında oynadı. Altyapıdan gelen oyuncu çok önemli.
–1907 ÜNİFEB: Buradan Türk basketboluna geçersek, final serisinde yaşananlar hakkındaki düşünceleriniz neler?
–Aydın Örs: Tabi ben üzüldüm basketbol adamı olarak. Karşılıklı demeçler, karşılıklı olaylar basketbol adına iyi olmadı. Ben Fenerbahçeliyim sonuçta, Fenerbahçe’nin şampiyon olması beni mutlu etti. Ama keşke o maçı oynayıp da kazansaydı, bu kadar söyleyeyim, detaya fazla girmeyeyim.
–1907 ÜNİFEB: Ülkemizde yıllardır geçerli olan yabancı kuralıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?
–Aydın Örs: Ben sonuçta eski bir altyapıcıyım. Türk oyuncularının daha fazla yer alması gerektiğine inanan bir insanım. Ama bazı yaşadığım şeyler, gerek antrenör olarak gerekse koordinatör olarak, beni başka noktaya getirdi. Benim fikrim şuydu, sezon başında bazı gazeteci arkadaşlar da soruyordu, ben artık 3+2 saçmalığının bitmesi gerektiğini söylüyordum. 5 tane yabancı zaten sahaya çıkıyor, 3’ü oynuyor 2’si kenarda oturuyor. Bunu serbest bırakın öncelikle. İster oynasın ister oynamasın. Ama bunun yanı sıra, altyapıdan gelen oyuncularla veya Türkiye’de başka takımdan gelen ama altyapıya yaşı tutmuş oyuncularla ilgili de bazı projeler bazı yaptırımlar ortaya koymak gerekir. İspanya’da mesela bazı örnekler var. Ama federasyon işin kolayına kaçtı, sadece 5 yabancı kuralını getirdi. Ben mesela artı olayına karşıyım, ama kulüpler bastırınca +1 de ilave etmişler. Daha resmi karar çıkmadı ama herhalde çıkacak o da. Dediğim gibi, 5 yabancıyı serbest bırakıp, altyapıdan çıkanların yahut başka takımlarda oynasalar da, mesela 16-17 yaşında bir çocuk transfer olduğunda, onu da altyapıdan saymak kaydıyla, belki de 2-3 tane kontenjan bu tür oyunculara ayırmak gerektiğini düşünüyorum. Bunun yanı sıra, Türk oyuncularının da artık rekabete girmesi gerekli. Oynadıkları dakikaları kendi emekleriyle çalışmalarıyla hak ederek kazanmalılar. Ben hep Mirsad örneğini veriyorum. Efes’teyken Mirsad 17 yaşındaydı, ben formayı vermedim Mirsad benden formayı çeke çeke aldı. Kaldı ki, önünde müthiş kariyerli oyuncular vardı. Gençlerin de o rekabete girmesi gerekir. 5 yabancı kuralı oldu bana dakika vermezler demeyip o rekabete girmeliler. Sonuç olarak ben +1’e karşıyım ama Euroleague oynayan takımlarda o da önemli bir açıdan bakınca. Çünkü tribünde oturmasını istemiyorlar. Böyle bir ikilem var.
–1907 ÜNİFEB: Birazcık geriye dönelim, 90’lı yıllarda Efes Pilsen’in başında Koraç Kupası’nı kazandığınız dönem ile şu anki farklılıklar neler?
–Aydın Örs: Tabi çok farklı şu an o döneme kıyasla. Şöyle ki; Euroleague’de mücadele eden takımlara baktığınız zaman, genelini söylemek gerekirse mesela İspanyol takımlarında o ülkenin oyuncuları, Yunan takımlarında 3-5 tane yine neticeyi değiştirebilecek inisiyatif alan oyuncular olabiliyor. Bizim geçmişteki Efes takımına baktığınız zaman iki tane yabancımız vardı. Biri Naumoski biri Conrad McRae. Tabi ki onların da çok büyük katkısı oldu kupayı kazanmamızda. Fakat ben hep şununla gurur duydum; tabi ki Avrupa kupası kazanmak bir antrenör için müthiş kıvanç verici bir olay ama asıl mesele, 12 kişilik kadroda 8 oyuncu bizim altyapımızdan gelmeydi. 2 yabancı, 2 de altyapıdan gelmeyen Taner Oyguç’la Murat Evliyaoğlu vardı. Altyapıdan gelen oyuncular ayrıca aidiyet hissiyle de bağlı oluyorlar, kulübe sahip çıkıyorlar. Ama şimdi böyle rekabet etmek çok zor. Giderek arttı yabancı sayısı, 2 yabancıyla oynayamazsın. Bir de gerçekleri kabul etmek var. O dönem öyleydi, bizim rakiplerde 3-5 yabancı oynuyordu ama çok güçlü takımlar vardı.
–1907 ÜNİFEB: Milli Takım’ın 2001 ve 2010’daki ikincilikleri sizce tesadüf müydü? Çünkü devamı gelmedi bu başarıların…
–Aydın Örs: Şöyle bir eleştiri var ki, maalesef görüntü de onu gösteriyor, bu ikinciliklerin ikisi de kendi ülkemizdeki şampiyonalarda geldi. Rakip sahalardaki şampiyonalarda önemli dereceler elde edemedik pek. Fakat şu var; ben biraz araştırdım bunu, kendi sahasında oynayıp da başarılı olamayan o kadar çok milli takım var ki… Mesela 2005’teydi galiba, Sırbistan’daki şampiyonada Sırbistan ilk 8’e giremedi. Fransa takımı yine kendi ülkesinde zorla 4. oldu. Kendi sahanda oynadığın zaman birinci olacağının da garantisi yok. İspanya takımı mesela muazzam bir takımdı. Banko şampiyon olacak deniyordu ama Rusya yendi onları İspanya’da ve şampiyon oldu. Seyircinin tabi ki büyük etkisi oldu bize. 2001 için söylüyorum; 2010 için konuşamam ama orada da etkisi oldu muhakkak. Bizi iten bir unsurdu seyirci. Hırvatistan maçında 16 sayıdan hatta ikinci devrenin başında 19 sayı geriden geldik uzatmaya götürdük, oradan maçı kazandık. Keza Nowitzki’li Almanya maçında öyle. Zor maçlar kazandık sonuç olarak. Çok çalışmış emek koymuş bir takımdı o. Hak ettik yani, Dünya Şampiyonası’na hak ederek gittiğimiz tek seferdi o. Ondan sonra Wild Card ile gidildi hep Dünya Şampiyonaları’na. Niye dışarıda başarılı olamıyoruz? Bunun çeşitli nedenleri var. Seyirci olmaması değil bana sorarsanız. En önemli nedenlerden biri psikolojik baskı. Başarılı olunan turnuvadan sonra beklenti artıyor ve bu da oyuncunun performansına yansıyor. İkinci olarak da bir önceki turnuvada kazanılan başarının getirdiği aşırı özgüven diyebilirim. Bazı oyuncular da “nasılsa yaparız” havası olabiliyor. Bunun yanı sıra tabi ki her şampiyonanın ayrı bir atmosferi oluyor. Mesela ben hep şunu söylüyordum Avrupa Şampiyonaları’ndan önce: 8-9 tane takım var ki, bunlardan hangisi şampiyon olsa Avrupa’da sürpriz demezsin. Önemli olan o şampiyona sırasında ne kadar oyuncusu sahip çıktı takımına, ne kadar formdalar, ne kadar açlar, ne kadar istekliler, ne kadar istiyorlar; o önemli olan. Mesela en son Avrupa şampiyonu Fransa takımı. Fransa takımının bazen ilk turda elendiği de oldu geçmişe bakacak olursak. Gittiğimiz panellerde vs. ben hep şunu söyledim: “ Biz sadece 2001 şampiyonasının ikinciliğini kazandık. Yani biz Avrupa’nın en iyi ikinci ekolü değiliz, bunu kabul edelim.” Öyle bir hale gelindi ki, biz 2002’deki Avrupa Şampiyonası’na bir gidişimiz var, ki o dönem futbolda takımımız da Dünya 3.sü olmuştu hiç unutmuyorum. O turnuva bitmişti, biz yola çıkmıştık. İnsanların bizi bir uğurlayışları var… “Şampiyon olacağız” falan… İlk kez Dünya Şampiyonası’na katılıyordu bu takım. Tamam, kariyerli oyuncularımız var ama bu bir tecrübe. Mesela o turnuvada Brezilya Porto Riko’ya son saniye basketleriyle yenildi. Yoksa, ilk 4’e giremezdik belki ama, 5-8 oynardık. Porto Riko diyoruz ama bütün Dünya Şampiyonaları’nda varlar. Brezilya diyorsun bütün Dünya Şampiyonaları’nda varlar. Artık o kadar tecrübeliler ki oralarda nasıl oynanacağını çok iyi biliyorlar.
–1907 ÜNİFEB: Peki şu an bulunduğumuz konum ülke potansiyelini yansıtıyor mu Milli Takım açısından?
–Aydın Örs: Vallahi Milli Takım’ın yansıttığını söyleyemeyiz. A Milli Takım için söylüyorum bunu, gençlerde Avrupa şampiyonu olundu, ümitlerde hep ilk 4’ün oralardayız. Ben Genç Milli Takım baş antrenörüyken Yugoslavya, İtalya gibi çok güçlü takımlar vardı ama hepsiyle kafa kafaya oynuyorduk. Kâh yeniyorduk kâh yeniliyorduk ama hepsiyle kafa kafaya oynuyorduk. Sonra A takıma gelmeden önce hep düşünüyordum aradaki farkı biz niye kapatamıyoruz diye. Sonra biz Efes’teyken şunu yapmaya başladık; Avrupa’nın en iyi takımlarıyla hazırlık maçları oynamaya başladık ve onlardan daha fazla çalışmaya başladık. Bizim o dönemki oyuncular televizyondaki seyrettikleri, gözlerindeki büyüttükleri insanlarla karşı karşıya oynadığı zaman onların çok da fazla büyütülecek oyuncular olmadıklarını gördüler. O şekilde biz kefeni yırttık. 1993’te final oynadık, 1996’da da şampiyon olduk Koraç’ta. Günümüzde problem şu, oyuncularımız takımlarında çalışıyorlar fakat oyuncularımızın daha fazla rekabete girip daha fazla istekli olmaları lazım. Yöneticilerin, antrenörlerin de daha fazla cesur olup onlara daha fazla dakika tanımaları lazım. Mesela Obradovic olmasa bu gençler bu kadar dakika alabilir miydi? Niye söylüyorum bunu, çünkü Obradoviç kendini kanıtlamış bir antrenör. O kadar rahat ki ispat edecek bir şeyi yok, korkusuzca o oyuncuları oynatabiliyor. Kaybetse bile “Bu oyuncularla kaybettim, önemli değil.” diyebilir rahatlıkla. Bu yüzden biraz cesur olmak lazım bu konuda.
–1907 ÜNİFEB: Günümüz basketbol kültürüyle sizin dönemizdeki basketbol kültürü arasındaki farklar nelerdir? Buna ek olarak günümüzde futbol tribünlerinin basketbol tribünlerine geçişi de söz konusu, bunun hakkında neler demek istersiniz?
–Aydın Örs: Yakın zamanda Kuşadası’nda bir seminerde şunu söyledim genç antrenör arkadaşlara: “Altyapıdaki çocuklara önce iyi insan olmayı daha sonra iyi sporcu olmayı öğretmek gerekir çünkü iyi bir insan ve iyi bir sporcu olursa zaten ona basketbolu öğretmek çok kolaydır.” İkinci olarak ise herkes profesyonel basketbolcu olacak diye bir kaide yok. Yüzlerce insan basketbol okullarına gidiyor bir sürü umutlarla ama kaç tanesi A takımına çıkıyor veya ülke basketbolunda söz sahibi olabiliyor? Çoğu elenip gidiyor. Dolayısıyla o çocuklar basketbolcu olmasa bile belki iyi bir hakem veya kültürlü ve spor kültürü almış iyi bir basketbol seyircisi olabilir, bu çok önemli. Sadece NBA takip etmek de değil olay, Avrupa basketbolu da çok önemli bir konumda. NBA oyuncusu geliyor Avrupa’da oynayamıyor mesela. Çünkü çok zor Euroleague’de oynamak. Fenerbahçe’de çalıştığımız dönemde bir grup seyirci gelirdi Abdi İpekçi’de oynarken bazen boş tribünlerde daha da sırıtıyorlardı. 50-60 kişi geliyor, kendi başlarına şarkıya, türküye başlıyorlar, sırtlarını parkeye dönüyorlar vs. Bir gün Avrupa Kupası maçı oynuyoruz, Mrsic kritik faul atışları kullanacak yanımdakine söyledim “Git söyle sussunlar adam faul atacak” diye. Diyeceğim şu, bilinçli basketbol seyircisi konusunda Fenerbahçe seyircisi çok bilinçli bir konuma geliyor yavaş yavaş diye düşünüyorum. Bilinçli taraftarlık konusunda hem fikiriz. Fakat diğer taraftarlar kazanmak için her şeyi mübah görüyorlar. Bu konuda bilinçli taraftarların sahaya etkisi diğerlerine oranla daha düşük oluyor maalesef. Ayrıca Ülker Arena’nın yapısı etkeni de var fakat kesinlikle daha düzgün bir duruş mevcut. Valla o her şeyi mübah gören taraftarlar kusura bakmasın, faydadan çok zarar veriyorlar takımlarına. Unutmuyorum, Spahija döneminde Sinan Erdem’de bir Galatasaray maçı oynadık. Bilinçli olarak, ceza alınsın diye sahaya madde atanlar oldu. Aynı şekilde karşı tarafta da öyle gruplar mevcut. Böyle taraftarlık olmaz. Çoğunluk bilinçli olduğu sürece azınlık erimeye mahkûm. Ayrıca salonun yapısı ve kombine organizasyonu yerine oraya daha bilinçli ve sadece basketbol izlemeye gelen insanların gelmesi tribünleri daha iyi bir konuma getirebilir.
–1907 ÜNİFEB: Sizin başını çektiğiniz bir koç grubu var. Siz Efes’teyken yardımcılarınız şimdi başarılı koçlar oldular. Yeterli sayıda antrenörümüz olduğunu düşünüyor musunuz ve bu gelişimi yeterli görüyor musunuz?
–Aydın Örs: Ben mutluyum yeni kuşaktan. Çok başarılı koçlar var, isim vermek istemiyorum, birini versem ötekini unuturum. Kulüp yönetimleri işin kolayına kaçıyorlar. Genç ve yeni kuşaktan kendilerini göstermiş koçlara görev vermeye korkuyorlar, çekiniyorlar. Bu bakımdan cesur olmak lazım. Gerek Tofaş’ta gerek Ankara Kolejliler’de zorunlu da olsa koçlar ayrıldı. Birinde yardımcı antrenör diğerinde altyapı antrenörü göreve geldi. Bence bu çok olumlu bir gelişme. Tabi ki yabancı kariyerli antrenörler de gelmeli, saygımız var. Obradoviç gibi Ivkoviç gibi David Blatt gibi antrenörlerin vizyon kazandırması, hedef göstermesi açısından, bir takım kazanımları açısından ülkemize gelmeleri çok önemli. Fakat sırf yabancı olsun diye ülkemize sıradan antrenörleri getirmek ülkemize hiçbir şey kazandırmaz. Çünkü ülkemizde basketbol ortamında çok değerli antrenörler var. Bu bakımdan ben çok pozitifim ve olumlu düşünüyorum.
–1907 ÜNİFEB: Avrupa basketbolunda ülke ekollerinin el değiştirmesi hakkında neler düşünüyorsunuz? ( Yugoslav ekolü, yunan ekolü vs.)
–Aydın Örs: Bu jenerasyonlar değişiklik gösterir. Türkiye’de de olan bir jenerasyon vardı ve görevini tamamladı. Şimdi bir değişim sancısı yaşayacak Türk Milli Takımı. Bunun için sabırlı olmak lazım diye düşünüyorum. Hidayetler, Ömerler, Keremler, Mehmetler ve bunlar gibi başarılı olmuş oyuncular görevlerini tamamladı. Şimdi yerlerine gelmiş çok genç oyuncular da var orta yaşlı oyuncular da var. Dünya Şampiyonası’na gidip de büyük sonuçlar beklemek de hayalperestlik olur, sabırlı olmak lazım. Aynı değişimi şimdi Yunan Milli Takımı yaşıyor. Diamantidis, Spanoulis gibi bu çok lider oyuncular, yaşlandı demeyelim de, artık milli takımda oynamak işlerine gelmiyor. Fakat İspanya biraz daha farklı. İspanya’da altyapıdan gelen oyuncuların sürekli yenilenmiş olması ve takımlarda yer bulmaları milli takıma da yansıyor. Ama orada da şimdi olmasa bile 3-5 sene sonra aynı sıkıntı yaşanır diye düşünüyorum. Gasol kardeşlerden, Navarro, Rodriguez, Fernandezler’den sonra bir sıkıntı yaşanacak. Bu biraz jenerasyonla ilgili.
–1907 ÜNİFEB: Son soru olarak sizden bahsedelim hocam. Şu sıralar neler yapıyorsunuz?
Aydın Örs: 2 sezondur çalışmıyorum. Bu sezon başında Banvit’ten çok değerli bir antrenörlük teklifi geldi fakat ben özür dileyerek kendilerine kariyerimi tamamladığımı düşünerek antrenörlük yapmak istemediğimi ifade ettim. Dolayısıyla 2 yıldır uzaktan izlemeyi tercih ediyorum. Türkiye Antrenörler Derneği Yönetim Kurulu’ndayım. Zaman zaman organizasyonlar ve toplantılar oluyor. Eğitimler ve paneller oluyor, onlara katılıyorum. Yakın gelecekte ise bir kitap hazırlığı yapmayı düşünüyorum.
-TWITTER TAKİPÇİLERİMİZDEN GELEN SORULAR-
Antrenörlük hayatınızda unutamadığınız an: Çok var aslında. Fenerbahçe özelinde konuşursak; tabi ki 100. yıl şampiyonluğumuzdur. Fenerbahçe’de çalışmak benim için çok büyük bir mutluluktu. Daha öncesinde Milli Takım’da ve Efes’te büyük başarılar yaşadıktan sonra Fenerbahçe’ye geldim. Ama yaşadığımız 100. yıl şampiyonluğu çok önemli bir hazdı benim için. Çünkü 2007 yılında şöyle bir durum vardı: Önce kadın basketbol takımı şampiyon oldu sonra futbol takımı şampiyon oldu. Basketbol takımı en sona kalmıştı ve bütün sene 100. yılda şampiyon olmak zorunluğunun getirdiği baskıyı yaşadık. Hatta o dönemki şube menajerimiz Remzi Dilli, “Ağabey senin yerinde olmak istemem, bu 100. yılda şampiyonluk baskısına dayanılmaz.” dedi. Bütün maçlar bitince artık bütün gözler bizim üzerimize dönmüştü. O yüzden 100. yıl şampiyonluğunun çok ayrı bir değeri var. Biz göçüp gideceğiz ancak o kupa müzede duracak. Şöyle de bir hatırım var. Fenerbahçe’de 2004’te çalışmaya başladıktan sonra rahmetli kulüp müdürümüz Erol Bey geldi ve “Bak hocam burada bir tek Galatasaray maçı oynayacaksın, o maçı kazandığın an gerisi önemli değil.” dedi. Benim de hiç alışık olmadığım bir felsefe. Her maçın ayrı bir değeri var benim için. İlk Galatasaray maçını unutamıyorum bu yüzden. O maç yaklaşırken benim gibi tecrübeli bir antrenörde bile heyecan oluşmaya başladı. Allah’tan kazandık maçı. Zaten 2004’ten 2007’ye kadar oynadığımız tüm Galatasaray maçlarını biri hariç kazandık. O birinde de Damir Mrsic çok hastaydı, oynamadı ve onların seyircileri taşkınlık yaptı. Hatta salon boşaltıldı sonrasında.
Birlikte çalıştığınız en özel oyuncu: Yabancı oyuncu olarak tartışmasız Naumoski. Onun üstüne yetenekli oyuncu tanımıyorum. Damir Mrsic’in de yeri ayrıdır bende. Üstün sporculuk nitelikleri ve oyunculuk yetenekleriyle Türk basketboluna ve Fenerbahçe’ye önemli katkılar yaptı. Yerli olarak ise çalıştığım oyunculardan eski dönemde Ufuk Sarıca diyebilirim. Sonrasında da Hidayet derim. Rekabet eden, kendini geliştiren sporcu olarak da Mirsad derim. Mesela ilk NBA’e hazırlanırken “Ben NBA’e gideceğim.” dediği zaman takım arkadaşları gülüyordu. Ben de böyle bir hedef koymanın çok önemli olduğunu söylüyordum. Bizim idman bitiyordu, kendine tuttuğu özel Yugoslav kondisyoner ile çalışıyorlardı.
1907 ÜNİFEB – Üniversiteli Fenerbahçeliler Birliği