Futbolda bazı sezonlar vardır, şampiyonun hangi takım olacağına ilişkin birtakım işaretler belirir sezon içerisinde. Bu kimi zaman art arda gelen galibiyet serisiyle alt sıralardan üst sıralara tırmanış, kimi zaman mağlup girilen devrenin ardından maç çevrilen 2. yarılar, kimi zaman son dakika gelen beraberlik golleri bazen de 90+4’te gelen Santos golüdür. Bu sinyalleri ufaktan vermeye başlayan takımın rakipleri hisseder ama dillendirmez bunu, dillendiremez demek daha doğru olur. Şampiyon olacak takımın taraftarı ise iliklerine kadar hisseder bunu, her maçta sezon sonu gelecek şampiyonluğa mâl edebilecek bir “an” yakalamaya çalışır. O da pek dillendirmez bunu fakat sebebi diğeri gibi “korku” değil “nazar” değecek endişesidir. Berberde, bakkalda, arkadaş ortamında “Bu sene Fener şampiyon olacak heralde ya?” sorusuna “yok ya hiç belli olmaz o işler, henüz erken, 2. yarısı var daha bu maratonun” der, der ama tebessümünü gizleyebilmek için de kendini zor tutar, biliyodur çünkü inanmıştır şampiyon olacağına.
Senaryo farklı olsa da yine koşuyoruz bu tarz bir şampiyonluğa. Az kaldı sevinmeyi en çok hak eden camianın, mutluluğun en çok yakıştığı camianın güneşli günleri görmesine. Az dediğime bakmayın; yeri geldiğinde saniyeler, saat; günler, yıl olacak bize. İşte inancımız olacak tam bu anlarda bizi ayakta tutan, yanımızda omuz omuza verdiğimiz ama tanımadığımız birinin omzumuzdaki eli, deplasmanda beraber haykırdığımız kardeşimizin gür çıkan sesi yahut Kadıköy’de stada girerken babasının omuzlarında daha okumayı yeni sökmüş “evlat”ların gözlerindeki parıltı o anda diriltecek bizi. Bu sefer 90+2’de Webo’dan, 90+4’te arka direkte kendini sinsice boşa çıkaran Emenike’nin kafasından, 90+4’te karambolde topla buluşan Egemen’in ayağından bulduğumuz golle gelecek o kupa ama gelecek illâ ki. Sahada bir takım var bu sezon ve bu takım 11 kişi değil, kenardaki Ersun hoca, kulübedeki geleceğimiz Salih, tribündeki Holmen, kale arkasında “hangi besteyi girsek takım daha çok hırslanır acaba” diye düşünen “12.adam”, evde oğluyla-kızıyla yapmadığı totem kalmayan baba da oynuyor sahada, birinin yorulduğunu gören 4. hakemin tabelasını beklemeden giriyor hemen onun yerine ve karşıdaki takım artık sevinmiyor gol attığında zira beklemeye koyuluyor Fenerbahçe’den ne zaman golü yiyeceğim diye. Sözün özü “çubuklunun hakkını” veriyor herkes.
İştah had safhada anlayacağınız. Takım en son şampiyonluk kupasını 22 Mayıs 2011’de, Sivas’ta kaldırmış. Sahada “kanırta kanırta” aldığı bu kupa öylesine dert olmuş ki birilerine, ardından bitmeyen bir ceza(!)nın çekildiği 2 sezon geçirmiş. Yıkılmamış ama o “ulu çınar”, yıkılmayacak da. Vuslat yakın.
O kadar lafını ettik ama yanlış anlaşılma olmasın sakın, kupa falan değil derdimiz bizim. Der miydik yoksa “Boşver sen kupaları, bizim için savaş.” diye, tek derdimiz çubukluyu taşıyanın formaya layık olması ve mutluluğu. Bundandır takım otobüsü videolarını maç özetinden daha çok seyretmemiz. Layık olma kısmını çok iyi beceriyorsunuz zaten bu sezon, ikincisini de şampiyonluk kupasıyla perçinleyeceğiz inşallah. “Ne kupa büyüklüğü ne şampiyonluk” olsa da mottomuz; kaçarı yok, bu sene şampiyonuz.
Bu kupa emsalsiz olacak bizim için; karanlık günlerin tarihe gömülüp aydınlık geleceğin kupası bu. Yepyeni bir nesli Fenerbahçeli yapacak kupa bu. İşte bu yüzden hep birlikte, daha gür bir şekilde haykırıyoruz: “Avaz avaz sesimiz yükseliyor tribünden, Şampiyonluk hırsını yaşıyoruz yeniden”.
Uğurcan Kalenderoğlu
1907 ÜNİFEB – Üniversiteli Fenerbahçeliler Birliği