26 Nisan 2008 – Aslında çok alışık olduğumuz bir düzen herhangi bir kuyrukta beklemek ülkemizde. Hepimiz bir şekilde bu kuyrukların stresini yaşamışızdır, ama bizim için hedefe ulaşma yolunda belki de en sevimlisi derbi maçlarından önceki kuyruklardır. Saatlerce beklenir, eski tribüncü ağabeylerimizin hikayeleri akla gelir, insan motive olur. Bunların hepsi cefalı geçer, birkaç günü kayboluverir insanın… Bunlar zor ama o zorluk insana zulüm olarak gelmez, bu çekilen çileler anı olarak hayatımıza girer.
Geçen yıllardan beri çok defa bu manzarayla karşılaştık ama biri vardı ki, bu çarşambayı perşembeye bağlayan geceden öğlene kadar olan kısım,bunu anlatmak kelimelere dökmek her şeyi açık açık anlatmak ne kadar zor. Daha saatler Çarşamba gece yarısını gösterirken kuyruğa giren insanları görünce ve daha o saatlerden bir yer kapma kavgası başlayınca, sabahki manzaranın ne kadar kötü olabileceği konuşulan tek konuydu o anlarda. Gel gör ki koskoca İstanbul’da sadece -hangi amaçla yapıldığını anlamadığımız- iki gişeden satışa çıkıyor bu biletler.
Düşününce yılın final maçı,şampiyonluk maçı belki de, hatta onuda geçin bir Galatasaray maçı sonuçta; elbet bunlar olacaktı, herkes oraya bu ortamda bulunmanın hayaliyle gitmişti. Öyle ki şehirdışından bile arkadaşlarımız gelmişti sırf bir bilet de kendilerine alabilmek için. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber telefonlarla gişeler arası trafik de başlıyordu “Orda durumlar nasıl?” “Burası çok karışık” gibi. Saatlerin 10’u göstermesiyle beraber bu hayallerin ne kadar masumca olduğu ortaya da çıkıyordu; sıradan tartaklanarak çıkarılan arkadaşlarımız, içinde sadece Fenerbahçe sevgisiyle bu maça gelmek isteyenleri feryatları, en kötüsü de bu biletleri sadece ticari amaçla alan kim olduğu belirsiz kişilerin varlığı. Dışarıdan görülen manzara soğutuyor insanı. Yaşanılanları seyir ettikçe, dönen çirkinlikleri duyunca, içimizdeki sevdanın göz göre göre bu şekilde sömürülmesi canımızı sıkıyor, yerine ‘Biz neyi koşturuyoruz’ sorusunun negatifliğini bırakıyordu. Öğreniyoruz ki Caddebostan’da polis saldıraya geçmiş, sandalyeler, şişeler, sopalar havada uçuşuyor; Merter’de polis bile yok, herkes dilediği gibi at koşturuyor (11 gibi ortaya çıkan homurdanmalarla devreye giren 2 araba polis hariç), hayattan beklentisi olmayan veya bu şekilde hayatını sürdüren karaborsa kültürüyle yetişmiş bu kişilerin rezilliğini ve tek suçu geceden gelip o kuyruğun çilesini çeken, tek amacının Pazar günü destek vermek olan Fenerbahçe taraftarının joplanması izliyor herkes. Telefonlarımıza mesaj yağıyor bir şeyiniz var mı diye,bu neyin kavgası? Bir bilet için bu kadar mücadele eden yegane amacının Fenerbahçe sevdası olan, içerde-deplasmanda demeden takımımız destekleyen ‘bizlerin’ emeği karşısında gövde gösterisi yaparcasına ceplerde biletlerle işine bakan kişilerin görüntüsüyle biletlerin tükendiğine tanık oluyoruz. Öyle ki daha 2 saat geçmeden 250 lira fiyat çekiliyor biletlere. Akıllar da “bilet bu adamların hakkı mı?” dedirtiyor insana…
Bizim içimizde bu sevgiye karşı, karşılaştığımız olaylar bizi ister istemez soğutuyor, karaborsacıların ise varlığı düşündürüyor. Bu insanlarla aynı sırada çaresiz beklemek zor geliyor. Biri dur demeli ama ‘Nasıl?’. Biz de bilmiyoruz, yaşadıklarımızla kalıyoruz, bu emek hırsızlarına karşı yılmadan sevdamızın peşinden koşmaya devam ediyoruz, bizim davamız ‘Cefamız Fenerbahçe’ye olan sadakatimizdendir.’
Ömer Yağanoğlu
1907 ÜNİFEB – Üniversiteli Fenerbahçeliler Birliği