Bu bir Fenerbahçe “futbol” takımı değerlendirmesidir. Baştan söyleyelim ki diğer branşlarda gelen zaferlere, kupalara, şampiyonluklara ayıp olmasın. Zaten amatör yazarız, bari nankör görünümlü amatör yazar olmayalım.
Koskoca sezon bitti, bir hafta geçti, biz daha yeni uyanıyoruz tabi kabustan. En azından ben yeni yeni düşünmeye başladım ligi “sezon” olarak; hala son maçtaydı akıllar yoksa. Öfke ve isyan, küfürler ve lanet okumalar dudaklarımızdan döküldü durdu bir hafta boyunca. Ama bizimkisi zararsız, “Çok ayıp!” diye karşılanacak küfürler değil; evde duvarlara, okulda halden anlayan dostlara, en azından elimizde mikrofon yok!
Neyse, yine yanlış yerlere gitmesin akıllar, senenin başını düşünelim; çok başlarını hatırlayalım ki daha arabesk olsun yazının sonu. Hani severiz ya arabesk olan her şeyi, tam olarak arabesk kategorisine girmese de bize arabeski hatırlatanları. Efkarı, kederi, acıyı… En çok da şarkıları, arabesk şarkıları, arabesk duygularımızı barındıran şarkıları. Bir de o şarkılara isyan eden bir şarkı vardır, en üst level oluyor kendisi: “Ah bu şarkıların gözü kör olsun!”
“Çoktan unuturdum, ben seni çoktan, ah bu şarkıların gözü kör olsun!”
Bir haftadır en çok futbolun şarkıları aklıma geldiğinde, dilime takıldığında parçalanıyor içim. “Futbolun şarkıları” terimini de kendim uydurdum; bildiğiniz tezahüratlar, besteler işte. Ne zengindik bu sene bu konuda, diğer bütün zenginlikleri kıskandırır cinsten. Zengindik, çünkü orkestra sağlamdı, tribünler muhteşemdi. Yıllardır bu tribün yarasının acısı vardı herkesin içinde. Herkesin demeyelim, bu konu aklına gelenlerin yarasıydı. Aklına gelmeyenler zaten ne zevk alıyordu, ne düşünüyorlardı anlamadık hiç, uzun bir süre de anlayamayız, Lost daha basit kalır yanında! İşte belki de bu gizemli insanlar yüzündendi bu zayıf tribünler. Ama çareyi kavuşmakla buldu tribün sevdalıları. Çare oldu gerçekten uzun zamandır herkesi üzen tabloya. Maraton A-B blokların taraftar blokları haline gelip tribünümüze yön verenlerin oraya gelmesi; Türk Telekom’da olanları da canlandırdı, tribünümüzü bambaşka bir hale getirdi.
İlk başlarda bir önceki senenin “bitmez tükenmez aşk”ıyla başladı, kalbimizde yaşıyorduk ve bu sene ciddi ciddi, inanarak şampiyonluk istiyorduk; Kadıköy’de ilk olarak karşılıklı söylendiğinde “Ayağa kalkmayan Cimbomlu olsun” tezahüratına “Kalkma kalkma, bir şey olmaz” diyen ve hayalindeki tribünleri tiyatro salonu olarak tasvir edenler bile şaşkınlıkla kendilerini ayakta bulacaklar, Maraton ve Lise Açık’ın karşılıklı isyanını alkışlayacaklardı. Alışkın değildik, yanımdaki daha eski tribün gönüllüsü insanlar birbirini heyecanla yumruklayıp “Müthiş tribün abi!” diyecekti, yıllar sonra…
Öyle de devam etti zaten, maç öncesi Hayalperest’te otururken yan masadan “Şampiyonluğu çok özledik, bu sene tam zamanı!” sesleri geliyordu daha sene başından. Deplasmanları da güzeldi sezonun bu eşsiz sinerjiden kaynaklı olarak. Az gidilmedi sağa sola aşağı yukarı goller sonrası. Haykırdı herkes “Bu sene söke söke Şampiyon Fener!” diye. Çabuk gelmişti şampiyonluk mevsimi Kadıköy’e. Galatasaray’a uyguladığımız klasik tarife sonrası Şükrü Saracoğlu yine başlamıştı “İşte böyle, her sene böyle”ye. Belki lider değildik sürekli olarak puan tablosunda ama ligin ikinci yarısının başında ayaktaydık “Fenerbahçe sen çok yaşa!” diye bağırmak için Maraton’un “…senin sevgin bu dünyada!”sını beklerken.
Kötü günler oldu Şubatta, Martta ama “Bitmedi!” dedik. Kötü sondan ilk ve son kez Ankara’daki Gençlerbirliği maçında korktuk: “Fener gol gol gol, şampiyonluk gidiyor!”
Ama Ali Sami Yen’deki maçtan önce çıkan besteler, galibiyetten sonraki haftalarda zirveye tırmanan Fenerbahçe’yle daha çok haykırılıyordu; “Şampiyonluk gidiyor!” yerine “Şampiyonluk geliyor!” herkesin kulağında çınlamaya başlıyordu. Şampiyonluk yaklaştıkça daha çok yükseliyordu “Dök bizi sokaklara Fenerbahçe!” sesleri.
Tezahüratların hepsinin ayrı yeri var. Bu sene hiç söylenmeyen, söylendiği seneler hep hüsranla bitmiş “İki kupayı getirin bize canımızı verelim size” Şanlıurfa’daki kupa finalinde birkaç kişinin ağzından yükseldiğinde tüm tribün o meşhur ortak “Şşşt!”lerinden biriyle değişmeyen kaderimizi o bestenin şanssızlığına bağlayıp değiştirmek istiyordu. Olmadı yine kupa, gelemedi buralara.
Artık lig vardı önümüzde, öylesine bir şey değildi, şampiyonluktu o çok özlediğimiz. Hele her şampiyonluğa gittiğimizde karşımıza çıkan Fenerbahçe ve diğerleri klasiğinin bilmem kaçıncısını yaşarken duymayan yoktu şampiyonluk gelince bu dünyayı yakacağımızı! O derece özlemiştik! “Saldır Fener saldır, kupaları kaldır” diyorduk.
Son maç geldi sonunda. Tüm sezon beklediğimiz maç… Girilebilecek maksimum pozisyondan tüm takım Güiza’ymışçasına son vuruşlarda çaresiz kalıp, Alexleştiğimizde de karşımızda örnek bile veremeyeceğimiz kadar başarılı bir kaleci bulunca, olmadı. Son 20 dakika tüm besteler ağlayarak değil, sinirden gözlerimizden boşalan yaşlarla söylendi. Kaçtı şampiyonluk.
Keşke son paragraftaki kadar kolay olsaydı. Sadece “Kaçtı şampiyonluk” cümlesi yetseydi filmin sonuna. Ama bir trajedi yaşandı. Bu sene bu kadar emek vermiş, takımının peşinden yağmur çamur demeden il il gezmiş, koşmuş, çabalamış, şampiyonluğu çok özlemiş ve zafere çok inanmış taraftara verilebilecek en kötü son malesef ki hiçbir bestede adı geçmeyen bir kişi -anonsör(?)- tarafından yazıldı.
Olaylar, kaoslar, skandallardan sonra bu büyük taraftara tek özür ise en gelmeyecek yerden, Gökhan Gönül’den geldi; gözü yaşlı çocukları gözü kararmışçasına döven emniyete teşekkürler iletilirken… Üzülecek, isyan edecek, haykıracak çok konu var belki de ama yazımızın temelini bir kere tezahüratlarımızla attıysak, dağıtmayalım temayı.
Hak etmediğimiz bir sonu yaşasak da, bu seneki besteler, deplasmanlar, pankartlar, koreografiler ve tüm coşkusuyla Fenerbahçe tribünü uzun süre aklımızdan çıkmayacak. Yıllar sonra aklımıza başka şekilde getirilecek olan; hatırlatacak kişiye sinirlenirken belki de bu tribünler gelecek aklımıza ve bir teselli verecek bize.
Yazının sonunda üslup da arabeskin etkisiyle yazının başındaki o unutmuşluğu kaybetti, şarkılar tekrar edilip, geçen ömre bakınca -eğer sezonsa ömür- yine üzdü bizi, kahretti düşündürdükleriyle şarkılar hepimizi.
Olsun, canımız sağolsun. Ne diyelim, ah bu şarkıların gözü kör olsun…
Selçuk Gerger
1907 ÜNİFEB – Üniversiteli Fenerbahçeliler Birliği