Trabzon’da yaşanan olaylardan sonra sporda adalet, medyada insan sevgisi üzerine yeniden düşünmenin tam zamanı aslında. Ekranlarda sürekli “Küçük Büşra”nın alnı kanlı görüntüleri kamu vicdanının sesi olarak gösteriliyor. Reha Muhtar, Ahmet Çakar ve türevleri gözü yaşlı müziklerin eşliğinde duygu sömürüleri yaparak “küçük yavru ya hayatını kaybetseydi” diyerek durumu iyice cıvık bir duygu sömürüsü eksenine çekiyorlar. Başbakan Erdoğan kararı haksız bulduğunu söylemesi üzerine kopartılan kıyamet de çok ilginç bir yandan.
TFF Disiplin Kurulu Başkanı Temel Çağlayan konuşuyor:
“Efendim bu camia hep böyle. Sanki bu ülkede Fenerbahçe’ye ceza verilemezmiş gibi bir hava yaratıyorlar. Halbuki böyle bir şey yok.” ( 1 Eylül 2003 Telegol programı)
Bu sözler futbolu yönetenlerin gerçekten de çok ilginç bir ruh haliyle yaşamlarını sürdürdüklerini gösteriyor bize. Oysa durum tam tersi değil mi? Bu ülkede ceza yönetmelikleri adeta Fenerbahçe üzerinde denenmedi mi? Rakip takım gelmeyecek dendi, Fenerbahçe gitmedi. Yine gelmeyecek dendi Galatasaraylılar geldi, emniyet dışarıya attı, suçlu biz olduk.
Küfüre anons var dendi, Fenerbahçe taraftarı hapşırdıkça anons verildi. Küfüre anons var dendi, Galatasaray taraftarı maç boyunca kendi takımı lehine tezahürat yapmayı bırakıp Fenerbahçe’ye küfür etti. Ama anons olmadı (sonradan öğrendik ki meğerse küfürler federasyona ve hakemlere yapılmamalıymış).
Sahaya yabancı madde atılınca stat kapanır dendi. Sahaya atılan kuruyemiş poşetlerinden dolayı Şükrü Saraçoğlu stadyumu kapatıldı. Ama sahaya atılan bıçaklardan kapanmayan statlarda sorun yoktu.
Hepsini yazmaya kalkmak ciltler dolusu kitap yazmak anlamıma gelir. İlk aklımıza geleni yazalım:
-Hemen her maçta hakeme kükremeyi oyunun kuralı haline getirenler yanından geçen oyuncuya baktı diye oyuncumuza kırmızı kartı yapıştırırken Fenerbahçe’ye ceza verilmez kuralını mı işletiyorlardı?
– Hakeme ana-avrat küfredip, tükürüp, tekme atıp, saldıran, maç sonrasında da hırsını alamayıp “hırsız, haysiyetsiz diyen” adamla “aynı” ceza, haksız bir kart sonrası ıska bir tekme savurması yapan Moldavan’a da verilirkenFenerbahçe’ye ceza verilmez kuralı mı işliyordu?
– Geçen sezon Diyarbakırspor maçında Fatih Akyel oyundan bal gibi tartışılır bir kararla atılırken, tartışılması bile futboldan anlamadığınız anlamına gelecek verilmeyen penaltı kararıyla UEFA Kupası’na katılmama kararı uygulanırken yine Fenerbahçe’ye ceza verilmez kuralı mı uygulanıyordu?
– Metin Diyadin’in ayağının kırıldığı pozisyonda oyuncuya bırakın kartı faul bile vermezken bu hareket hangi oyunun parçası sayılıyordu?
Tüm bunlar hangi “pozisyon” gereğiydi acaba?
Trabzon maçı olayları spor basının ve bu işin “kamuoyu” denilen mekanizmasının acınacak halini gösteriyor. Bu olaylar Trabzon’da kameraların göstermediği, Fenerbahçe taraftarının bas bas bağırarak söylediği gerçeklere karşı 3 maymunu oynayan medyanın, ayrıntılardan ve gerçeklerden yoksun taraflı bir adalet dağıtıcılığına soyunduğunu gösteriyor. “Küçük Büşra” için içleri gidenler neden o statta binalardan yetmişlik ninelerin bile kin kusarak attığı taşlardan, stat içinde atılan demir parçalarından bahsetmezler? Polisin sıktığı biber gazı konukseverliğin gereği dökülen kolonya mı sanılıyor? O maça gidenlerin ağaç kavuğunda yaşadığı mı sanılıyor ki bu olaylara içi giden anne ve babalarının olabileceği sorgulanmıyor?
O maçta, kameranın da gösterdiği biçimde, bıçak atanların Fenerbahçe’ye karanfil attığı mı düşünülüyor?
Bu Trabzon taraftarı ne biçim bir psikolojiye sahiptir ki her maçta “tahrik oluyor”? Adalet sistemimizde tahrik olmak diye hafifletici bir neden var mıdır? Bu durumda, sokakta askılı giysi giyen bir bayanı görüp “tahrik oldum ondan tecavüz ettim Hakim Bey” anlayışından farkını Sayın Sümer bir zahmet açıklayabilir mi? Fenerbahçe bayrağı ve sevgisi Trabzon’u neden tahrik eder? Bu tahrik, Taksim meydanında iki İngiliz’i linç edenlerin uğradığı tahrikle aynı mıdır?
Yoksa tahrik linç kültürünün yeni kalkanı mıdır?
Başbakan verilen bir ceza ile ilgili yorum yaptığında demokrasi dersi verenler, “futbola siyaseti bulaştırmaya çalışılıyor” çığlıkları atanlar Mesut Yılmaz aynı makamdayken, fanatik taraftarı olduğu takımın transfer görüşmelerine bile aracı olurken, federasyona telkinlerde bulunurken neredeydiler?
“Derin şahsiyet”, zamanın İçişleri Bakanı, güzide kulübümüzün “ağabeyi” ilan edilirken neredeydiler?
Trabzonspor’un onursal başkanı ne işle meşguldü acaba? Olimpiyat Stadyumu’nun sorgusuz sualsiz kimseye sorulmadan güzide kulübümüze verenler ne iş yaparlar?
Ali Sami Yen için yepyeni projeler üreten Şişli Belediye Başkanı siyasetçi değil de serbest ticaret erbabı mı sayılıyor?
Doğu bloğu zamanında devletin resmi takımı ilan edilen Dinamo Kiev modelini güzide kulübümüze uygulamaya çalışanlar devlet erbabı değilse kimlerdir?
Fenerbahçe taraftarı Mesut Yılmaz’la neden sandıkta görüşmek istemişti? Spor olsun diye mi?
Sorun şu aslında: Bu insanlar için futbol siyaset ilişkisi hiç de önemli değil. Onlar için iktidarın kimin yanında olduğu önemli. Başbakanların takım tutması önemli değil, kendi takımlarından yana olup olmadığı önemli.
Bir çocuğun alnının yarılması gerçekte pek mühim değil, çocuğun hangi tarafta olduğu önemli. Yoksa maça gidip de polisin biber gazı sıktığı, Trabzon şehrinin yedisinden yetmişlik ninesine taş yağmuruna tuttuğu, maçta kafasına önceden hazırlanmış demirlerin atıldığı gençlerin hiç bir önemi yok. Gelmeselerdi canım. Ne işleri var Trabzon’da? Onlar terörist. Zaten onların anne ve babasının yüreği de taştan. Onlar kimliksiz…
Şiddeti onu yaratan etkenlerden bağımsız, sadece kendisine bakarak anlamak mümkün değil. Gündelik yaşamdaki (buna medya da dahildir) şiddet kaynaklarını konuşmadıkça stadyumdaki şiddeti konuşmak mümkün değildir. Önce bu gerçeği görerek işe başlayalım.
Disiplin Kurulu Üyesi Erkan Yücel “Gayet güzel kararlar verdik” (01.09.2003 Telegol) diyor. Çok güzel… Niyetinizin aslında ne olduğunu anlatan çok güzel bir karar. Tebrikler.
Şunu bilmenizde fayda var çok sayın Futbol Federasyonu Başkanı ve yöneticileri: Fenerbahçe’ye seyircisiz bırakmak için elinizden geleni yapabilirsiniz. Bunu zaman zaman başarıyorsunuz da ancak şunu sakın unutmayınız:
OYNADIĞINIZ OYUNLAR SEYİRCİSİZ KALMAYACAK. BİZ ÜNİVERSİTELİ FENERBAHÇELİLER SIRTIMIZI AKLA VE SAĞDUYUYA DAYADIK, İCRAATLARINIZIN TAKİPÇİSİYİZ.
ÇÜNKÜ 96 YILDIR TÜRK SPORUNUN FENER’İ YOLUMUZU AYDINLATIYOR.
Cahit BİNİCİ
1907 ÜNİFEB – Üniversiteli Fenerbahçeliler Birliği