Son zamanlarda bir kavgadır bitmiyor: Olimpiyatlar… Neden madalya sayımız bu kadar az? Tek başına Phelps nasıl bir ülkeden daha başarılı olabiliyor? Tüm bu sorular sürekli kafamızda. Giderek düşen bir performansımız var olimpiyatlarda. En iddialı olduğumuz branşlarda bile hayal kırıklığı yaşıyoruz.
Olimpiyatlara gönderecek, finallerde yarışacak sporcumuz olmadan, olimpiyatları düzenleyeceğiz diye havalara giriyoruz hatta. Hem de bu ülkenin bu kadar büyük bir organizasyonu yapacak bir altyapısı ve vizyonu olmadığı açıkken. Bu durum Şampiyonlar Ligi’ni alacağız diye yola çıkıp, ön elemelerde elenme hüzünlerine oldukça benziyor.
Bunlarında ötesinde belki de kendimize şunu sormalıyız. Olimpiyatlar ve başarı nedir? Sporların çeşitliliği, yarışmanın güzelliği, tüm dünya ülkelerinin orada olması ve her şeyin ötesinde farklılıklara saygı ve barış… Tüm ülkelerin farklı özelliklerinin olması… Jamaikalıların atletizmdeki başarılarıyla, Çinlilerin masa tenisi performanslarıyla gurur duyar hale gelmemiz, her kırılan rekorda farklı heyecanlar yaşanması… Olimpiyatları böyle özetleyebiliriz, peki ya başarı? Başarının ne olduğunu ve nasıl kazanıldığını anlamak için Çin Halk Cumhuriyeti’nin 2008 Olimpiyat performansını incelemek yeterli olacaktır. Gerekli yatırım ve insan gücüyle bu başarılar aslında o kadar uzak değil bize. Futbola yapılan yatırımların bizi ne konuma getirdiğini görüyoruz.
Fakat hedefimiz bu mu olmalıdır, inanılmaz büyük yatırımlar yapıp 39 dalın hepsine 300 tane sporcu gönderip, onlarca madalyayı mı hedeflemeliyiz? Ya da daha seçici olup, Türkiye’ye özgü hedef sporlarda başarılı olmak mı olmalıdır hedefimiz? Cevap ne olursa olsun, ülkemizin hedefi mutlak başarı. Olimpiyatların güzelliği umurumuzda değil, varsa yoksa madalya. Sporu sevdiğimiz için değil, rekabet için izliyoruz. Euro 2008 finalinin Türkiye’deki reytinglerini çok merak ediyorum.
Başarının bizim için bu kadar önemli olması, aslında futbolun endüstriyelleşme sürecine rastlıyor. Bu piyasada inanılmaz paralar dönüyor, büyük bütçeler ayrılıyor ve karşılığında başarı isteniyor. Ülke sevgisi, renk aşkı değil artık ticari bir durum söz konusu. Başarı yolunda her şeyi mubah görüyoruz ve kendimizi de kandırıyoruz. Bunun apaçık örnekleri Aurelio’nun milli takımda oynaması, Elvan Abeylegesse ve tek altın madalyamız Ramazan Şahin…
Toplumsal olarak kendimizi özgürlük kisvesi altında kandırıyoruz, bu çok açık. Tüm toplumumuzu devşirme sporcular konusunda bu kadar hümanist, bu kadar ırkçılığa karşı görmek insanı duygulandırıyor. Nedense bu hümanistliği günlük hayatta göremiyoruz, ırkçı, faşist propaganda her gün her yerde. Yanlış anlaşılmasın, bu sporcularla kişisel bir problemim yok, milliyetçilikle de alakası olmayan bir durum. Millet kavramının yapay olduğu da sosyolojik bir tartışma konusudur zaten. Doğuştan Türk olmak gibi bir kavramı savunmanın saçma olduğunu da belirteyim. Biyolojik olarak bir Yunan’la bir Ermeni’yle çok farkımız olmadığımız bilimsel gerçek. Önemli olan ülkenin kültürü, alışkanlıkları, gelenekleridir. Güzel olan da bu kültür farklılıklarıdır. Ama küreselleşip, endüstriyelleşen dünyada bu farklılıkların giderek azaldığını görüyoruz. Kültürlerin küreselleşmesiyle de kalmıyor, milli sporcular bile artık gerçekten milli olmuyorlar.
Kulağa hoş gelebilir: Etiyopyalı ama Türk gibi hissediyor, İstiklal marşımızı okutuyor. Ama bu kızımız nasıl Türk gibi hissetmeye başladı. Bu işin ticari olduğu oldukça açıkken bu savunmayı kabul edemiyorum. Elvan kişisel olarak başarılıdır ama bu başarı Türkiye’nin değildir. İkinci savunma da bunu tüm Dünya yapıyor, biz neden yapmayalım? Tüm Dünya’da böyle bir uygulama olması doğru olduğunu kanıtlayamaz. Zidane’lı bir Cezayir Patrick Viera’lı bir Senegal izlesek fena mı olurdu. Eğer Drogba kendi milli takımında oynamasa Fildişi Sahili gibi bir güzelliği görebilir miydik?
Bir diğer savunma da bu sporcuların genç yaşta Türkiye’ye geldikleri, Türkiye’de yetiştikleri ve sporculara madalyanın Türkiye tarafından kazandırıldığı fikri. Madem böyle bir altyapımız var, neden Türk sporcuları bu başarıları kazanamıyor. Ata sporumuz güreşte tek altın madalyamızı Türkçe bilmeyen Dağıstanlı Ramazan Şahin’le almamız çok ilginç değil mi? Bize ait olmayan başarıları kazanmanın ne faydası var diye soruyor insan kendine. Milyon doları bastırırım, altın madalyayı kazanacak sporcuyu alırım psikolojisi var bizim yöneticilerimizde. Tamam, spor kulüpleri için doğal bir durum ama bunu milli takımlara yaymak çok yanlış. FIFA, futbolun ruhunu korumak için milli takımların önemini arttırmaya çalışırken, bu takımları da endüstriyelleştirirsek sonumuz ne olacak merak ediyorum.
Mehmet Aurelio konusu bu açıdan bizim için de milat oldu. Tüm Türkiye tarafından sevilmesi, Fenerbahçe’de oynaması ve bu kararı verenin Galatasaray camiasının içinden Fatih Terim olması, bu duruma tepkileri azalttı. Tam da mevkisinin ilacı olması eleştirilerin önünü kesti. Eğri oturup, doğru konuşalım. Aurelio’nun Türk vatandaşı olmasında hiçbir sorun yok. Ancak Türk Milli Takımı’nda bir Brezilyalının oynaması enteresan. Milli takımda da yabancı sınırlaması getireceğimiz günler gelebilir. Aurelio’yu çok sevdik, o da bizi sevdi, ama şunu kabul edelim Aurelio Brezilya milli takımına seçilemediği için bizde oynadı. Biz de Aurelio tarzı bir oyuncu yetiştirecek potansiyelimiz olmadığı için onu bu kadar istedik.
Doğulu, Batılı, Alevi, Ermeni, Şeriatçı, Dinsiz… Bu ayrımları yapan ülkemiz insanları. Bu ayrımları spor yoluyla çözeriz belki diyenler olabilir. Fakat endüstriyelleşme, parayla sporcu devşirme, milli takımların yapısının değişmesi gibi kavramların amaca giden yoldaki aracın işlevini bozduğunu da unutmamalıyız. Başarı, madalyalar, kupalar her şey değildir. Milli takımlarımız transferlerle, devşirmelerle değil, bu topraklarda doğup, büyüyen, yetişen sporcularla başarı kazanmalıdır. Irkı, etnik kökeni ne olursa olsun bizim insanlarımız madalyaları kazanırken, biz de onlara alkışımızı tutarız.
Çağlar Çoban
1907 ÜNİFEB – Üniversiteli Fenerbahçeliler Birliği