Tüm Dünya’nın ilgiyle takip ettiği olimpiyat oyunlarını bir altın madalya ile tamamladık. Evet dünyanın en büyük, en güçlü ülkelerinden biri olduğumuzu ısrarla savunduğumuz bir ortamda bu başarısızlık biraz ironik geliyor. Bu başarısızlıkta pay sahiplerini sıraladığımızda ise en az suçlanması gerekenlerin sporcularımız olduğunu görmek de ayrı bir ironi konusu.
Şu an üniversitede okuyan gençler bilirler; önce bir İstanbul 2000 vardı. Sonra 2004, 2008, 2012… 2016’ya aday oldu mu acaba şehrimiz? Açıkçası Pekin, Atina, Sydney, Atlanta olimpiyatlarını izledikten sonra İstanbul’un şu an sahip olduğu tesislerle olimpiyatlara ev sahipliği yapmasının imkansızlığını görmekteyiz. Bu yargıya varmamdaki sebeplerden en büyüğü kuşkusuz Olimpiyat Stadı. Pekin’deki “Kuş Yuvası”nı gördükten sonra, bizim İkitelli’de kuşların bile uğramadığı stadyumu düşününce (Düşünmek diyorum, çünkü İstanbul’da yaşamasına rağmen o stadyumu göremeyen milyonlarca insan var.) olaya ne denli yabancı kaldığımızı ve yüzeysel yaklaştığımızı görüyorum. Düşünün olimpiyatların simgesi olan maraton İstanbul’da koşuluyor ve bu koşu şehir dışında başlayıp bitiyor neredeyse. Oysa ki iki kıta üstünde kurulmuş olan şehrimizin boğazını ve köprülerini göstermek olmalı olimpiyat teması diye düşünüyor insan.
Günümüzdeki olimpiyattaki başarısızlığın, bu bizim olimpik hayalimizle olan ilişkisi ise Türk yöneticilerin politikaları ( hangi politika?) ile açıklanabilir. Çünkü bizdeki zihniyet “olimpiyatları bir alalım da sonrasındaki süreçte hem bütün olimpik sporları sevdiririz, hem de bütün branşlarda iddialı oluruz” düşüncesine sahip. Oysa ki bu düşünce sistemi her organizasyonda çuvallamaktadır. Başbakan’ın “adamın biri tek başına 8 altın kazanıyor, bizim daha altınımız yok” dediği, sporla alakalı olmayan insanların Başbakan Yardımcılığı yanında Spordan Sorumlu Devlet Bakanı olduğu, bir gün Çalışma Bakanı olan kişinin ertesi gün Spor Bakanı olabildiği ülkemizde; bu otoriteler tarafından atanmış olan Gençlik ve Spor Genel Müdürü’nde bir sportif geçmiş aramak ya da başarısızlık sonrası istifa etmesini beklemek kendi deyimiyle “şık olmaz”. Başarısızlığı tescillenmiş Genel Müdürümüzü tek başına suçlamak ise çok kolaycılığa kaçmaktır. Bugün Turkcell Süper Lig’de İstanbul ve Ankara, belediye takımları haricinde 3’er takım ile temsil edilirken, bu şehirlerdeki belediyeler spora ayırdıkları bütçelerinin neredeyse tamamını futbola harcamaktadır. Kendi vergilerimizle kurulan bu takımlar yaptıkları transferlerle taraftarlarını (!) çok mutlu etmektedirler neyse ki. -Bu arada hatırlatmakta fayda var; olimpiyat finalinde futbolda Arjantin- Nijerya karşılaşması oynandı. Türkiye turnuvaya katılsaydı altını alırdı. Bunun dışında devletin bir spor politikasının olmayışı ise yukarıdaki uygulamalara çok da fazla kızılmaması gerektiğini gösteriyor.
Bu olimpiyatlara başlamadan önce umut dolu açıklamalar dinledik. Oyunlara katılan sporcu sayımız Atina’ya göre artış göstermiş ve 70 olmuştu. 70 milyonda 70, milyonda bir… Ne şans… Üstelik bu sporcularımızın önemli bir kısmını devşirme sporcularımız oluşturmaktadır. Neyse ki onlar var ki, arada bir iki madalya kazandırıyorlar bize. Burada yanlış anlaşılmak istemem, devşirme sistemine bir sözüm yok. Sporun içinde olan bir şey bu. Buradaki sitem yine sisteme ve “ecdatlarının kemiklerini sızlattılar” diyebilerek sorumluluktan kaçanlara. Sonuçta ülkemizde –futbol dahil- hiçbir spor dalı için altyapı tesisi yokken nasıl sporcu götürelim olimpiyatlara. “Üç tarafı denizlerle kaplı ülkemizde neden bir Michael Phelps çıkmıyor mantalitesi”, olimpik başarısızlığa yaklaşımdaki en sığ ifadelerden biri olsa da, üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde yüzme havuzu inşa etmeyip, yüzme sporunun gelişmesi için en ufak bir çaba harcanmayınca böyle ifadeler duymak zorunda kalıyoruz. Devşirme sistemi yüzünden yöneticileri suçlamazken, elde var olan tesisleri de sporla alakasız etkinlikler için kiraladıkları için affedecek halimiz yok.
Bugün olimpiyatlarda madalya sıralamasına bakınca, üst sıralarda bulunan ülkelerin hepsinin bir spor eğitimi anlayışına sahip olduğunu görürüz. Sporcu olmak isteyenlerin önü açıktır. Okullarda ciddi spor eğitimi verilir. Sporcular gelir sıkıntısı yaşamazlar. Sosyal hakları güvence altına alınmıştır. Tesisleri tamdır. Antrenmanları sistemli ve olması gerektiği kadardır. Bir de bize bakınca bunların hiçbirinin yeterli olmadığını görürüz. “Zengin sporu” olarak tanımlanmış dallar dışında başka spor dallarında mücadele eden sporcularımız tahsillerini tamamlayamamaktadırlar. Bu eğitim eksikliği, mental ve teknik eksiklik olarak direk şekilde sonuçlarımıza etki etmektedir. Okullarımızda –spor akademileri dahil- ciddi bir spor eğitimi verilmemektedir. Öğrencilerin en sevdiği derstir beden eğitimi, ama yakında bu ders kaldırılıp dershane saatleri için ek zaman yaratılır diye bekliyor insan bu sistemde.
Eğitim eksikliğinin dışında spor kulüpleri de bu sportif başarısızlıkta pay sahibidir. Futbol dışında diğer spor dallarına yeterli ilgi gösterilmediğinden dolayı bu sporların lokomotifleri olması gereken spor kulüpleri şube kapatma yoluna bile başvurmak zorunda kalabiliyor. Endüstriyelleşen spor, altyapı eksikliğinin bizim gibi çok hissedildiği bir ülkede en çok amatör sporları vuruyor bu şekilde. Bugün sponsor desteği alamayan spor kulüplerinin amatör branşları ya kapanmaktadır, ya da kişisel bir takım destekler sayesinde varlığını sürdürmektedir.
Sponsorluğa değinmiş iken, spora yapılan yatırımların olimpiyatlarda alınan herhangi bir başarıda ne kadar yüksek olduğunu görmemize karşın, ülkemizde sponsorluk anlayışı da sorunludur. Bugün Çin ve Amerikan şirketlerinin olimpiyatlarda madalya kazanan sporcularına verdiği ödüller dudak uçuklatıyor. Üstelik bu ödül sistemi, devamlı bir desteğin sonucu olarak bu noktada.
Olimpik hüsranımızda etkili olan sebepler tıpkı olimpiyat halkaları gibi iç içe. Ancak bu zinciri kırabilmek karakterli bir spor politikasına sahip olunmasıyla mümkün olur. Ata sporumuz dediğimiz branşlarda bile dökülürken iyimser bir yazı yazmak da bizim yöneticilerimizin işi olsun artık. Sporu çok seven bir topluluğa yazılmış olan bu yazı, umarım ortak sesimiz olmaya yaklaşabilmiştir.
Saygılar.
Kerem Işıldak
1907 ÜNİFEB – Üniversiteli Fenerbahçeliler Birliği